ANASAYFA » SANAT VE » PSIKESINEMA 121518 » DOST DEDIGIN KADIN

DOST DEDİĞİN KADIN


 
Doğuştan gelen biyolojik farklılıklara vurgu yapan cinsiyet kavramından farklı olarak toplumsal cinsiyet, toplumsal ve kültürel olarak belirlenen, içeriği toplumdan topluma ve zaman içerisinde değişebilen bir tanımlamadır. Cinsiyetçilik toplumsal cinsiyete, aslında  kadın olmaya karşı toplumdaki önyargılı tutumlardır. Çoğunlukla da olumsuzluk üzerinden anlaşılır. Ancak, kadınları güya olumlu sıfat ve özellilerle tanımlamak biçiminde gösteren başka bir yüzü de vardır. Kadınların mükemmel olduğu ve dışarıdaki büyük ve kötü dünyadan korunmaları gerektiği inancına dayanan bu koruyucu cinsiyetçilik, kadınların geleneksel olarak tanımlanan, erkeklere nazaran daha az güçlü ve daha az statüsü olan toplumsal rollere uymalarını sağlamakta, yani kadına karşı önyargıları beslemekte ve canlı tutmakta çok daha etkilidir. Kadınların güzel,sempatik, sevimli, özgeci olmaları aynı zamanda onların güçsüz, erkekler tarafından korunmaya muhtaç oldukları inancını da pekiştirmekte çok önemli rol oynamaktadır. Daha önemlisi, bu tür tutumların kadınlar tarafından da benimsenerek bu standartlara uymayan kadınları toplumdan soyutlanma veya etiketlenme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmasıdır. 
 

Ataerkil güç ilişkilerinin sürdürülmesinde, hem erkeklerin hem de kadınların rızası vardır. Kadınlar, erkekliğin inşa sürecinde anne, kız arkadaş, cinsel partner, okul arkadaşı, eş, işyeri arkadaşı v.b. olarak merkezi öneme sahiptir. Kadınlar, içselleştirdikleri bu ilişkilerin kurbanı olmak yanında , sürdürülmesinde de etkili ve önemlidir.
 

Ataerkil ailede kadın, ancak bir erkek çocuk doğurursa konumunu sağlamlaştırır. Bu nedenle, ataerkil ailelerde kız ve erkek çocuğa farklı anlamlar yüklenir.
Erkek çocuğu olmak, kadınlara sınırlıda olsa kendilerini meşrulaştıracak bir hareket alanı sağlar, iktidardan bir pay verir. Gücü kamusal alanda, erk sahibi olarak deneyimleme olanağı  olmayan kadınlar, oğul sahipliği ve yaşlılıktan aldıkları gücü, ki yaşlılıkta cinsiyetsizleştirilirler, özel alanda kendisi gibi güçsüzlük yaşayan kadınlar üzerinde kullanırlar.Erkek çocuklarını ayrıcalıklı olarak yetiştirme geleneği, kendilerinin erkeklerden daha değersiz oldukları görüşünü içselleştiren kadınlar aracılığı, rıza göstererek, ses çıkarmayarak, değiştiremeyeceklerini düşünerek yeniden üretilir.Toplumsal öğreti sadece iki durumda kadının bu aşağılanmadan kurtulabileceğini gösterir: bir erkeğin eşi olarak ki bu da eşi olunan erkeğin toplumsal değerine bağlı olarak değişecektir ve birinin annesi olarak, özellikle de erkek annesi olarak.


Cumhuriyetin ilk yıllarında geçen bir konuyu işleyen, 2004 yapımı Atıf Yılmaz filmi Eğreti Gelin ‘de, 17 yaşına gelmesine karşın davranış biçimi ve ruhen çocuk kalmış olan, şehrin Belediye reisinin oğlu Ali’ye, annesinin ısrarıyla, o dönemde, o bölgede hala yaşayan Eğreti Gelinlik kurumundan bir Eğreti Gelin tutulur. Eğreti gelinlerin görevi, 15-16 yaşlarına gelmiş erkek çocukları evliliğe hazırlayan, evlilik yaşamında mutlu olabilmeleri için gerekli bilgileri veren bir nevi eğitimcilik, hocalık, mürebbiyeliktir. Hiç bir konuda söz hakkı olmayan  Ali’nin nişanlısı  gerdek gecesiyle beraber erkeğinin üstünde söz hakkına sahip olur. Anne olduktan sonra ise evin üstünde söz hakkı olacaktır. Ali’nin annesinin olduğu gibi.
Evrim psikolojisi açısından bakıldığında, insanın onbinlerce  yıl süren evrim serüveninde sosyal grup aidiyeti, hayatta kalma olasılığını arttıran önemli bir faktördür. İnsanlık tarihinin çok büyük bölümünde grup dışına atılmak ölümle eşdeğerdir. Dolayısıyla sosyal grup aidiyeti ihtiyacının biyo-psiko-sosyal bir ihtiyaç olduğu söylenebilir. Klasik ataerkilliğin çöküşü belki kadınları da
tehdit etmekte,  görece elde ettiği kazanımları kaybetme ve grup dışına atılma riskini içermektedir. Farklı yaşama biçimini bilemeyen, hiçbir telafi edici alternatifi göremeyen kadınlar, bu riski göze alamadığından eski düzene sıkı sıkıya sarılarak, erkeğin ataerkil görevlerini yerine getirmesi için ona baskı yapmaktadır. 
 

Kadın seyirciye yönelik yapılan ve erkek bakışının damgasını taşıyan melodramlarda, kadına filmin kendi tarafında yer aldığı yanılsamasını yaratan acıma duygusuyla yaklaşılmıştır. Hem  Türk sineması hem geleneksel Hollywood sineması , "iyi" kadınların "mutlu son"a ulaştıkları, "kötü" kadınların ise mutlaka cezalandırıldıkları fantezilerini üretir. Töreler, kötüler ya da kader yüzünden kadın karakterlerin başına gelenler korkunç ya da acıklıdır ve onlara acımamak elde değildir. Ama kadını kadın yapan da tüm bu korkunçluklara gerektiğinde boyun eğmeyi bilmesi, kötü koşullara karşın fedakarlık yapabilmesi ve sabırla erkeğini bekleyebilmesidir. Kötü kadın ise kadınlığını kötülük için kullanır. Filmden filme değişse de kötü kadınların ortak özelliklerinin gücü elde etmeleri ve bunu da çoğunlukla cinsel çekicilikleriyle yaptıkları aşikardır.Kötü kadın, kadınlar için iyi kabul edilen davranış standartlarına uymaz, toplumun bir kadından beklediklerini yapmaz ve cezalandırılır.
 

Geleneksel anlatıda kadınlar fiziksel çekiciliğini kullanan, ana karakter olsalar bile edilgen, yardıma muhtaç, zor durumda gösterilir. Erkekler ise her zaman gücün ve otoritenin sembolüdür. Kadınlara atfedilen edilgenlik, zayıflık gibi özellikler, geleneksel sinemada kadınların kurban edilmesi, bir erkek tarafından kurtarılması ya da cinsel yönden nesneleştirilmesi yoluyla yeniden üretilir.


Erkek karakterler, bir yandan acımasızlık, intikam,rekabet gibi duygularla yönlendirilirken, diğer yandan hemcinsleri ile sadakat,dürüstlük, güven çerçevesinde dostluklar yasamakta ve bu dostlukların filmlerde yüceltilmesi ve idealize edilmesi yoluyla, erkekler arasında bir  dayanısma/kardeslik
söylemi yaratılır.
 

Filmlerde kadınlar arasında dostluktan ziyade düsmanca, rekabete dayalı, kıskançlık içeren ilişkiler vardır.Kadınlar ya tek baslarına diğer kadınlardan yalıtılmış olarak gösterilirler ya da kadınlar arasında dostluk kurulsa da bu ilişkinin karşılıklı çıkar, bencillik içerdiği, sağlam temellere dayanmadığı vurgulanır ve kadınların birbirlerine güvenmesindeki güçlük sergilenir. Egemen  düşünce, kadınları “kendisini erkeklerden daha aşağı gören, ataerkinin gözüne girmek için birbiriyle kıyasıya rekabet eden, kıskançlık, korku ve husumet besleyerek birbirini hor gören kadınlar” olarak sunar ve kadınların birbirini merhametsizce yargılayıp acımasızca cezalandırmasını öğretir. Bunu da ya cinsel çekicilik yahut analık üzerinden kötülemeyle yapar. “Kadın kadının kurdudur.”, “kadına tüm kötülükleri başka bir kadın yapar” söylemi, egemenin bölerek yönetme taktiğinin bir sonucudur. Eğer bir filmde kadının göze çarpacak derecede önemli bir isi varsa, o is mutlaka ya fahişelik, ya garsonluk ya da sekreterlik olur. Özellikle Hollywood filmlerinde,göze çarpan ilk şey, bir kadının başarılı olabilmesi için rekabetçi, hırçın, cinsel açıdan tatminsiz ya da Holly Hunter’ın Broadcast News filmindeki gibi nevrotik, kontrolsüz olması gerekir.
 

Kız çocuk  ilk onaylayıcı anne olmasına karşın kısa sürede asıl gücün babada olduğunu anlar ve  onaylanma için babaya yönelir. Bu süreçte genellikle erkeklik idealize edilirken kadınlık değersizleştirilir. Erkeğe bağlı bir kadınlık imgelenir. Erkeklerin üstünlüğünü daha kolay kabul edilir, onunla rekabet etmek yerine, daha güçsüz bulduğu kadınla yarışır ve erkeğin gücünü paylaşmak için onayını almaya zorlanır.


Mitoloji, insanlığın ruh aleminin simgelerle ifade edilmiş bir yansımasıdır. İnsanlığın bilebildiğimiz geçmişi içinde başlangıç noktası ya da ona yakın çok eski zamanlarda zihninin ve kültürün kuruluş biçimleri hakkında izler taşır. Mitler bazı değişikliklere uğramasına karşın, geçmişten günümüze kadar varlığını sürdürerek sanatın ve bilimin hemen her alanında ilham kaynağı olmuşlardır. Kadınların durumunu mitlerde de fazla farklılık göstermez. Çünkü ataerkil düşünce, söylencelerde de oldukça etkin bir biçimde yer almıştır. Örneğin, mitolojide Tanrıların dışında ölümlü olarak yer alan ilk kadın Pandora'dır ve erkeklere ceza olarak yeryüzüne gönderilmiştir. Söylencede, Pandora'ya kendisine kutuyu açmaması tembih edilmesine karşın, kadınlara ithaf edilen merakla kutuyu açtırmakla, doğrudan kadının yapmaması gereken ilk şeyin, itaatsizlik olduğuna göndermede bulunulur
 

Pandora her ne kadar itaatsizlik eylemine girmişse de, cinsiyetler arası savaşımın açık ve net ilk izleri, İbrani mitolojisindeki Adem ile Lilith söylencesinde görülür. İnsanlığın ilk öyküsü, cinsel bir öyküdür ve bu baslangıç öyküsü, nedense hep bir bastan çıkma/çıkarma öyküsü olarak okunmuştur. Lilith'in itaatsizliğinin çıkış noktası açıkça Adem ile aynı konumda olmak, yani eşitlik istemidir. Adem de Lilith de aynı şekilde topraktan yaratılmışlardır, ama cinsel birleşme sırasında Lilith'in sırtı yere gelmekte, toprağa değmektedir.Adem'in sırtı ise gökyüzüne. Simgesel olarak yeryüzü anaerkil ve gökyüzü ataerkildir . Yeryüzü ve gökyüzü bir bütünün parçaları olmasına karşın, iki ayrı uç olarak tanımlanır. Lilith yalnız cinsel birleşmelerinde Adem'in hep üstte olmasına itiraz etmekle kalmaz, her alanda söz sahibi olma isteğini ve eşitlik talebini de dile getirir Adem'in bu talebi kabul etmemesi üzerine Lilith Adem'i terk ederek birlikte yaşadıkları cennetten kaçar. Tanrı'nın söylenmemesi gereken adını anarak göğe doğru yükselir.Çevresindeki cinlerle ve cinlerin kralı Şamael (Şeytan) ile ilişkiye girer ve onlardan çocuklar doğurur. Lilith artık dışlanmışların arasındadır.                                                                          
 

Ataerkil kültürün Lilith'i bir canavar haline getirmesine karşın, kadınlara yüklenilen olumsuzluklar bitmez. Bu olumsuzluklardan  Havva da nasibini almıştır.Üç büyük dinde de Havva yasak meyve olan elmayı Adem'i ikna ederek yedirmiştir. Havva'ya elmayı veren bir yılandır ve söylencelerde bu yılanın  Lilith olduğu vurgulanır. Havva'da asi olarak görülen karakter özellikleri Lilith'in etkileri olarak bilinir. Böylece Lilith, kadın için de bir baştan çıkarıcı ve teşvik edici bir unsur haline gelir.Havva'yı bilgeliğin yasak meyvelerinden denemeye ikna eden, kadına  ilk düşmanlığı yapan ve dolayısıyla erkeği de yoldan çıkaran  odur. Havva, her ne kadar Tevrat'a göre Adem'in cennetten kovulmasına neden olsa da itaatkar, uysal ve evdeki melek tipini, Lilith ise dişi şeytan, ölümcül kadın tipini simgeler. Eşitlik istemesi ve Tanrıya başkaldırdığı için baştan çıkartıcı dişi şeytan, cadı olarak, erkeklere karşı cinselliğini kullanarak kendi istediği şeyleri yaptıran femme fatal  olur.


Erden Kıral'ın 2008 yapımı  Vicdan filminde kasabada yaşayan iki kadın ve bir erkeğin üçlü ilişkisi anlatılır. Kocası Mahmut'un  çocukluk arkadaşı Aydanur  ile beraber olmasını kendine yediremeyen ve yıllarca bunun olmasından korkarak yaşayan Songül , kocasını paylaşacağına hayatını paylaşmak için arkadaşını seçer. Böylece içten içe kocasından da intikam alacaktır. Özellikle bunu kapalı kapılar ardında değil bütün kasabanın gözünün önünde yaparak kocasının iktidarını elinden alır. Bu haliyle tariflenen tipik kıskanç kadın tutumunun dışına çıkar, diğer kadını baştan çıkarır ve bedeli yerleşik düzenin cennetini kaybetmektir.
Lamia, mitolojide Zeus'un karısı Tanrıça Hera tarafından lanetlenmiş ve güzeller güzeli iken şeytani bir varlığa dönüştürülmüştür. Zeus'la birlikteliğinden olan çocukları Hera tarafından öldürülmüştür. Bu yaşadıklarından sonra Lamia delirir ve kaçıp bir mağarada yaşar. Hera, kocası Zeus'un ölümlü kadınlarla girdiği ilişkileri kaldıramaz, ama Tanrılar Tanrısı Zeus'u da cezalandırma gücü yoktur. , Erkeğe-tanrıya ( Zeus) yaptırım uygulamayan  kadın (Hera),kendinden daha güçsüz ve ölümlü bir kadını(Lamia) cezalandırır.


Değil eski Türk melodramlarında  2012’de  hem de bir kadın yönetmen elinden çıkan  Geriye Kalan filminde de Lamia söylencesini görürüz. Cezmi, evlilik rutini içerisinde yitip gitmiş, kriz içinde bir erkektir. Zuhal, daha önce evlenmiş ve evliliğin kendisine göre olmadığı sonucuna ulaşmış, bedenini ve ruhunu teslim etmekten sakınarak sadece tutkularını takip eden, Cezmi’yle ilişki yaşayan  özgür bir kadındır. Bir bakıma da  ayartan , baştan çıkaran kötü kadındır. Modern zamanlarda kadın özgürlüğü üzerine yapılan filmlerde , özgür kadınlar sadece cinsel olarak özgürleşmiş çalışan kadınlardan ibarettir ki bu bile kötü kadın tanımını hak etmek için yeterlidir.Cezmi’nin karısı Sevda bağımlı , evli, iyi kadındır. Aldatma hikayesinde , kocası Zeus’a gücü yetmeyen Hera gibi , Sevda da kocasıyla , kaybedeceğini sandıklarıyla yüzleşmek yerine ,  sebep olduğunu düşündüğü Zuhal’i ortadan kaldırmaya çalışır.
 

Sinemada yakışıklı erkeklerin tahtına son veren ve varolan kapitalist ilişkilere dikkat çekerek ses getiren filmler yapan Yılmaz Güney de , çomak soktuğu düzende kadınlara farklı bir alan sunmaz. Erkek dostluğunu yüceltirken kadınlar arası ilişkileri en çiğ haliyle, namus üzerinden sunar. Bir farkla, kadınlar arası sınıfsal farklılıklara değinir ve  güya küçük özgürlük alanları sunulmuş burjuva kadınını da kötü kadın kategorisine dahil eder. 1974 yapımı Zavallılar ‘da ataerkil kodları içselleştiren kadınlar, buna uyum sağlamayanları yargılarlar. Erkeğin değil, onu “ayartan”,“aklını başından alan” kadının suçlanmasıyla sonuçlanır. Kadın gerek davranışları, gerekse giyimiyle kuralların dışına çıktığında taciz, hakaret gibi yöntemlerle cezalandırılır. Kadınlar arasındaki rekabetin ve kavganın nedeni, kadınsı bir duygu olarak sunulan kıskançlıktır. Fahişelik yapan Naciye, belalısının kendisini bırakması üzerine, belalısının yanındaki diğer fahişeye saldırır. Kavgaların nedeni erkekler olmasına karsın, kadınlar suçu birbirlerine yüklerler.
 

Erkek yönetmenlerin filmlerinde hal böyleyken , yine bir kadın yönetmen elinden çıkan  1985 yapımı Gülüşan , bir çok yönüyle kadınlık meselesine dokunmasına karşın , sonuçta Lamia söylencesinde kilitlenir. Yönetmen Bilge Olgaç , iki eşi ve çocuğu olmayan Mestan ‘a kör bir eş ekler filmde. İlk iki eşin arasında bir ittifak kurulmuştur ancak gerçek bir dostluk değildir. En büyük olan en eski eş yaşından ötürü cinsiyetsizleştirilmiş abla-anne olmuştur. İki kadın elbirliğiyle kocalarının el üstünde tuttukları üçüncü eşi öldürürler.
 

Klasik Amerikan sinamasından 1950 yapımı  All About Eve,  1988 yapımı Dangerous Liaisons ,1998 yapımı Working Girl ,  2010 yapımı Black Swan  kadınlar arası rekabete, gerek aşk ilişkileri gerek iş dünyasındaki güç ilişkileri açısından verilebilecek sadece birkaç örnek.


Kadın dostluğuna dair Türk sinemasında elle tutulur bir örnek bulmakta zorlanırken Klasik  Hollywood filmlerinde de  içaçıcı bir tablo bulmak zor.
Yine de  yaşlılar yurdunda iki kadının geliştirici dostluğunu ele alan 1991 yapımı Jon Avnet imzalı Fried Green Tomatoes, Amerikan kadınlarına oy hakkı kazandırmak için hayatlarını riske atmaktan kaçınmayan cesur, başarılı ve genç eylemci Alice Paul ile Lucy Burns’un öyküsü anlatan 2004 yapımı İron Jawed Angels ,toplumun farklı kesimlerinden cinsel istismara maruz kalmış üç kadının verdikleri mücadeleyi anlatan ve çekildikten üç yıl sonra cinsel tacizin anayasada suç olarak kabul edilmesine bir parça da olsa katkıda bulunan 2010 yapımı Kahire 678, yüz güldürücü örneklerdir.
 

Kadınlar arası dostluk ve dayanışmayı ön plana çıkaran, bunu hâkim toplumsal cinsiyet anlayışının kadınlara yüklediği rolleri yeniden üretmeden yapan, muhafazakar yapıyı kırarak kadına  özgürleşmesi için farklı temsil imkanları sunan Pedro Almodovar filmleridir.


Melodramdaki aileyi kadınların dostluğunun üzerinden ve “kadın kadına” bir şey olarak kuran Almodovar, kadın  karakterleri aktif , eyleyen özneler olarak sunar. Cinsiyetçi temsili kırar ve kadınları egemen ideolojide erkeklere atfedilen özellikler ile donatır.Birbirini çekemeyen, anlaşamayan, birbirinin kuyusunu kazan kadın karakterlerin aksine,  karakterleri bir dayanışma içindedir. İyi-kötü kadın karşıtlığı kurulmadan, kadın dayanışması yoluyla egemen ataerkil söylem delinmiş olur . Klasik melodramlardaki gibi filmin sonunda bağımsız kadınlar evcilleştirilmez, evli olmayan çalışan kadınlar evlendirilip eve kapatılmazlar. Kadınlar arası dostluk da gönül işleri üzerine konuşan bir kadın grubu gibi değil, yaşam savaşına ilişkin sorunlar odaklıdır. Almodovar filmlerinde kadınlar içine düştükleri zor durumdan kurtarılmayı bekleyen, çaresiz, pasif nesneler değildir ya da film sonunda ölüme mahkum olmazlar. Aksine onun kadın karakterleri erkekler nedeniyle içine düştükleri zor durumdan kadın kadına bir dayanışma sayesinde ve özne olarak çıkarlar.


Egemen anlayışın doğalmış gibi sunduğu kadınlar arası çekişme fikrine karşılık, kadınların dayanışmasını öne çıkardığı, kadının rekabeti ve düşmanlığı üzerinden sağlanan  eril ideolojinin denetimi kırdığı ,  kadını eyleyen bir özne konumuna getirdiği için kadının temsilinde ilerici bir yol izler. Bu yönüyle Almodovar filmlerini, “ kadından dost olmaz “,” kadın kadının kurdudur” söylemleriyle bezenmiş topraklara daha çok serpmek lazım.


**Psikesinema dergisi “kadın” sayısında yayınlanmıştır.