ANASAYFA » SANAT VE » PSIKESINEMA 121518 » HASRET NE YANA DUSER USTA VATAN NE YANA

HASRET NE YANA DÜŞER USTA VATAN NE YANA


 
Toplumdaki ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin  bazen nedeni bazen sonucu olan göç , kısaca insanların herhangi bir nedenle doğduğu yerlerden başka yerlere gidip yaşamasıdır. Hem yolcuyu , hem yolu hem bırakılanı hem de varılan yeri değiştiren bir yolculuktur göç.


 
Göçmen, topraklarını geride bırakırken beraberinde kültürünü, değerlerini ve yaşam biçimi taşır.  Yerleştiği ülkenin şartlarıyla, karşılaştığı  değerlerle kendininkini harmanlarken, çoğunlukla her iki kültürün birleşiminden oluşan yepyeni bir kimliğin oluşumunu sağlar . Böylelikle dünya kültür mirasına  yeni özellikler katarken , bir yandan geride kalanlar , varılan yerdekiler  açısından ötekileşenarada kalan, ne oralı-ne de buralı olan kimlikler oluşturur.

 
ALMANYA GÖÇÜ VE  DEĞİŞEN ANLAMLARININ SİNEMADA YANSIMASI

Dış göç deyince  aklımıza ilk  Almanya göçü gelir . Yaklaşık yarım yüzyıl süren göç,  zaman içinde farklı nedenler , farklı anlamlar  kazanmıştır . Bu yazıda 1960-2010 arasında çekilmiş filmlerden , her 10 yıl için o dönemi en iyi anlattığı düşünülen  ve dış göçü konu edinen filmler  ,göçün değişen anlamlarına bakış açıları göz önüne alınarak incelenecektir.

 
1960-1970 YILLARI  ARASI

Türkiye’den Almanya’ya işçi göçü,1961’de iki ülke arasında imzalanan İşgücü Anlaşması  ile başlamıştır. Bir süre sonra işçilere sağlık bakımı, iş kazaları, sakatlık, ölüm hallerinde sosyal sigorta sağlanmış, doğum ve çocuk yardımı, işsizlik ve emeklilik hakları tanınmıştır. İlk zamanlarda bu göçmenler  etnik kimliklerine  bakılmaksızın  misafir işçiler  olarak tanımlanmıştır
 

Sinemamızda dış göçle ilgili ilk örnekler 1970’lerin başında görülür.  Türk yönetmenlerin gözünden dış göç , yurtdışındaki Türk yönetmenlerin yorumuyla dış göç, yabancıların gözünden Türk göçmenler ve yurtdışında doğup büyüyen kuşağın bakışıyla göçmenlik olgusu ele alınır. Genel olarak temalar;  kimlik krizi, ırkçılık, uyum sorunları, ayrımcılık, dış göçün ikinci- üçüncü kuşakları oluşturması, yabancılaşma, geride kalanlar,kaçak çalışmak, evlilikler, göçün çocuklara etkisi, kuşaklar arası çatışmalar, bedensel tükeniş, iletişimsizlik, içe kapanma ve kendi yaşam alanlarını oluşturmadır.

 
Süreçte Almanya’daki Türkler için  Türkiye ile bağlar, Türkiye’nin anlamı ve Almanya’da Türkiyeli olmak kavramları değişir, farklı anlamlar taşımaya başlar. Eğitimsiz, sıradan işçiler olarak Almanya’ya giden ilk kuşak için Türkiye, sonunda varılacak-dönülecek yer,sıla,anavatan ; Almanya ise acı,hasret ve gurbet vatan olarak anlamlanır. Almanya’da doğup büyüyenler, bu ülkede eğitim alan kişiler için  ise anavatanla kurulan bağlar zayıflamakta ve anavatan,  kimliklerini biçimlendiren temel referans olmaktan çıkmakta,  asli bir ev, eve dönüş olasılığı kaybolmaktadır.
 

DÖNÜŞ                                                                                                              

hasretinden yandı gönlüm…




Konusunu Almanya göçünden alan, geride kalanların nasıl değiştiğine değinen,  ilk film Türkan  Şoray’ın  1972’ de çektiği  Dönüş filmidir. Dış göç olgusuna olumsuz bir bakış açısıyla yaklaşır. Türkiye’de kalanların karşılaştıkları sorunların gidenlerinki kadar önemli olduğuna vurgu yapar.  Türkiye’den bakınca Almanya fırsatlar ülkesidir. Oraya gidip kısa bir süre çalışıldıktan sonra geriye dönüldüğünde yaşam koşullarının değişeceğine inanılır. İşçiler , Almanya’daki  çalışmalarının sonucunda edindikleri ve  konforlu hayatlarının simgesi olan bir arabayla gelirler memlekete. Son moda kılık kıyafetlerle , teknolojik yeniliklerle, çeşit çeşit oyuncaklarla gelirler… 

 
Erkeğin  eşini götürmemesi veya götürememesi durumunda, ailesini Türkiye'de bırakmak zorunda bırakılınca, geride kalan ve eşinin de sorumluluklarını yüklenen gurbetçinin eşi kadınların yaşamını ortaya koyar.  Kalanların gözleri yollarda kalmış, gidenlerse tutunabilmek ve bir gün anavatanlarına zengin dönebilmek için her geçen gün biraz daha sabretmiş, sonuçta da başta Almanya olmak üzere Avrupa’ya, temelli yerleşmişlerdir.
 

1970-1980  YILLARI ARASI

1973 tarihi, Almanya’ya Türk göçü için birinci dönüm noktasıdır. Artan işsizlik, ekonomik bunalım ve petrol krizinin de etkisiyle bu yılın sonunda Alman Devleti yabancı işçi alımını durdurmuştur. Ülkede bulunan yabancı işçilerin çalışması engellenmemiş fakat geri dönmeleri salık verilmiştir. Buna karşın Türk göçmen işçilerinin sayısı aile birleşmeleri ile sürekli artmıştır. Bu tarihe kadar çoğunlukla yalnız yaşayan Türk işçileri, eşlerini ve çocuklarını da Almanya’ya getirmeye başlamışlardır.  Misafir işçi tanımı da 80’li yılların ortasına kadar  yabancılar, yabancı işçiler  tanımıyla yer değiştirmiştir.


1961’den 1973’ün sonuna kadar Türklerin büyük çoğunluğu, eş ve çocuklarından ayrı yaşamıştır. İlk yıllarda ağırlıklı olarak göçmenlik, vatan, eş, çocuk, dost, aile hasreti, sıla, baba, anne ve yar sevgisi, gurbet, ayrılık, dil sorunu, yabancılık, ayrımcılık, sahipsizlik, geri dönüş, sabır gibi konular işlenmiştir.


 ALMANYA ACI  VATAN

…ev-metro-iş…Achtung!…   


   
 
Başlangıçta geçici bir süreliğine gidip, biraz para kazanıp, borçları temizleyip bir ev arsa, dükkan almaya yetecek kadar para biriktirdikten sonra  memlekete dönmek istenirken , geri dönüşün olmayacağını, Almanya’nın artık başka bir vatana dönüştüğünü söyler 1979 Şerif Gören yapımı  Almanya Acı Vatan filmi…
 

Almanya,  özellikle kırsal kesimden  gidenler için  yabancı bir yerdir ve çok farklı bir kültüre sahiptir. Çalışmaya başladıkları fabrikalar bu yabancılaşmayı daha da pekiştirir. Hem yaptıkları işin, hem de içinde bulundukları ortamın, konuşulan dilin ve alışkanlıkların yabancısıdırlar.
 

Türkiye’de kalanların göç edenlere karşı tutumları çoğu zaman ön yargılı, oradaki yaşantıları konusundaki bilgileri eksiktir. Kalanlar,gidenlerin yaşam koşulları hakkında çoğu zaman göçmelerin onlara aktardıkları hikayeler doğrultusunda fikir sahibi olurlar. Ellerinde son moda hediyeler, altlarında Mercedes arabalarla gelenler, her ay yollanan avuç dolusu  paralar, birkaç ayda satın alınmaya başlanan arsalar, katlar, dükkanlar, erkeklerin aktardıkları kadın  maceraları… Gidenlerin Türkiye’yi eleştirmeleri, buradaki yaşam biçimlerini küçümsemeleri ve sürekli olarak Almanya’yı övmeleri Türkiyelilerle aralarına bir mesafe koyulmasına neden olur.  Her iki ülkede de karşılıklı bir ötekileşme söz konusudur.
 

Bundan sonra çekilen birçok filmde artık geride kalanların yaşadıklarından ya da yolculuk süreçlerinden çok ,yabancı bir ülkede yaşamaya çalışma ve yerleşme süreçlerinin getirdiği zorluklara  değinilir. Geriye dönüşün gerçekleşemeyeceği, çalışmak için gittikleri yerin zor, istemeseler de vatana dönüştüğü düşüncesi yaygınlaşmaya başlar.
 

Almanya Acı Vatan, işçi olarak Almanya’da çalışan Güldane ve Almanya sevdasıyla Güldane’ye sahte evlilik teklifinde bulunan Mahmut’un Almanya’daki yaşam koşullarını anlatır. Film, bütün kaygıları olabildiğince çabuk ve çok para biriktirerek Türkiye’ye dönmek olan karakterlerin, ev-metro-iş çarkı içerisinde yıpranışlarına tanıklık eder.
 

Güldane, Almanya’ya işçi olarak gitmiş, uzun bir süredir orada çalışan ve kazandığı para karşılığında da arsa ve daire satın alabilmiş bekar bir kadındır. Mahmut kendisine sahte evlilik teklifiyle gelince başta itiraz etmesine karşın bir arsa ve bir inek karşılığında kabul eder.Güldane’yi, ardından da Mahmut’u göçe iten nedenler tamamen maddidir, daha da özelde daha iyi bir yaşam arzusudur. Almanya’yı cazip kılan kolayca kazanılan paradır.
 

Mahmut’un Almanya’ya gelebilme sebebi Güldane’dir, iş bulmasında ve Almanya’ya ayak uydurma çabalarında  onun  katkısı vardır. Evliliklerinin  gerçek olması yolunda  ilk adımı da Güldane atar ve bundan sonraki aşamalarda yine hep etkin kişi o olur. Bunların karşısında şaşıran Mahmut itiraz etse de söylenenleri yapar. Bu durum kadınların çalışma hayatına girmesiyle birlikte aile içindeki geleneksel rol dağılımında bir farklılaşmanın olduğuna işaret etmektedir. Kadınların dış göç sürecine dahil olmaları ve bulundukları ülkelerde çalışmaya başlamaları bu farklılaşmayı daha da hızlandırmıştır. Ancak bu ilişki Güldane’nin hamile olmasıyla geleneksel  normlara dönüşür.  Güldane hamileliğe ve annelik fikrine duygusal olarak yaklaşırken, kocası  para ve gelecek kaygısı taşımaya başlar. Kocası başta olmak üzere etrafından gördüğü kürtaj olması yönündeki baskılara karşın  son dakikada hastaneden kaçar, her ne pahasına olursa olsun çocuğu büyüteceğini söyler.
 

Kendi ülkelerinde gelenekler ve egemen toplumsal değerler nedeniyle ağır baskıya maruz kalan kadınlar,  Batı dünyasını ve modern yaşam tarzını özgürleşmelerini sağlayacak alan olarak görürler ve değişime açıktırlar. Bireysel özerklik  konusunda sorun yaşamayan  erkekler ise değişim karşısında  direnmektedirler. Bu direnişi de  ülkelerinin geleneksel yapısını yeni yerleşim alanlarına da taşıdıkları kadının namusu üzerinden yaparlar. Kimliklerini belirleyen en önemli unsur olan Türkçe, ülkeleriyle,örf ve adetleriyle olan bağlarını temsil etmektedir. Karakterler ona son derece bağlıdırlar. Bu nedenle bu alanda yaşanabilecek her türlü yozlaşmaya karşı çıkarlar. Kendi aralarında hemşerilikten doğan bir dayanışma söz konusudur. Türk mahallesi kıvamında topluca yaşadıkları Kreuzberg , Almanya’dan ve Berlin’den ayrı bir yer , küçük Türkiye ‘dir gözlerinde. 
 

Güldane, Mahmut’un kendisini Alman bir kadınla aldattığını gördüğünde de onu terk ederek Türkiye’ye dönmeye çalışır. Özellikle de kırsal kesimde egemen olan geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinden beklenecek olanın tersi bu davranış, kentleşme, çalışma yaşamına katılım, modernleşme sayesinde kadınların bazı geleneksel rolleri değiştirebileceklerini gösterir.
 

Almanlar’ın da ülkelerine gelen Türklerin kalıcı olmadıklarını düşündükleri,  Alman ekonomisinin gereksinimleri karşılandıktan sonra geri dönecekleri, dolayısıyla onlarla işlerini yaptırmanın dışında herhangi bir iletişime geçmekten kaçındıklarını söylemek mümkündür
 

Tek amaçları  çabuk ve çok para kazanarak memleketlerine dönmek olan ilk göçmenler,  yepyeni, yabancı  dünyanın sunduğu şartlara katlanarak, her türlü insani ilişkiden yoksun mekanik bir yaşam içerisinde kaybolurlar . Her sabah aynı saatte, aynı anda ve seri bir şekilde yataktan kalkarak, giyinerek, kahvaltı ederek, metroya binerek işe gittikleri görülür. Robotların denetimi altında robotlaşırlar. Güldane’nin giderek robotlaşması, ev-metro-iş üçgeninde geçen yaşantısının psikolojik olarak onu yıpratması son sahnede, her şeyden vazgeçerek Türkiye’ye dönme çabaları sırasında havaalanında geçirdiği sinir krizi ile verilir.


1980-1990 YILLARI ARASI

Türk göçü için ikinci dönüm noktası Kasım 1980 ve Aralık 1981’dir. Almanya, 1980’de tek taraflı olarak Türkiye’den gelenlere vize uygulaması başlatmış,  1981’de ise yeni evlenenler için üç yıl bekleme zorunluluğu getirmiş ve aile birleşimi çerçevesinde Almanya’ya gelecek çocukların yaşını 18’den 16’ya düşürmüştür.


Almanya Türkleri için üçüncü hatta en zor dönem, kalmak ve dönmek  arasında karar vermek zorunda kaldıkları 1984 yılıdır. Almanya, ülkedeki Türklerin sayısını azaltmak ve geri dönüşü teşvik etmek amacıyla  Geri Dönüşü Teşvik Yasası  çıkartmıştır.  Geri dönen ailelerin çocuklarına Türkiye’ye uyum sağlamaları için destek verileceğine dair bir kültür anlaşması imzalanmıştır . Sözü geçen teşvike karşın  çoğunluk, Almanya’da yaşamayı tercih etmiştir.
 

70-80’li yıllarda biz kimiz, neden buradayız gibi sorulara yanıt aranırken,80’li yıllardan 90’lı yıllara konuların ağırlık noktası da değişmiştir; içinde yaşadığı toplumun çelişkileri, anadillerinin ve gerçek yurtlarının neresi olduğu, kimlik sorunları dile getirilmiştir. İşçilerin tanımı yine değişmiş,  göçmenler,hemşehriler, memleketliler adını  almıştır.


SARI  MERSEDES

fikrimin ince gülü…




Almanya’da çöpçülük yaparak para biriktiren Bayram’ın , çocukluğundan beri hayalini kurduğu,  Balkız adını verdiği arabasıyla ,Almanya’dan  köyüne gidişini anlatan  filmi Fikrimin İnce Gülü- Sarı Mercedes,  Tunç Okan’ın  1987-1992 yılların arasında çektiği bir yol hikayesidir.


Bir kadınmış, sevgiliymişçesine  dişileştirdiği, kendisiyle içselleştirdiği ve ben  değil biz  ile başlayan cümlelerle sohbet ettiği Sarı Mercedes’inin içinde film boyunca Bayram, sadece araba yolcuğu yapmayacak,  köye doğru seyahati ilerledikçe içsel yolculuğu başlayacaktır. Araba sahibi olma isteği ve süreci Bayram’ın insani özelliklerini  giderek  yitirmesinin de tarihidir. Balkız’a ulaşmak için sevdiğini geride bırakmış,  Almanya’ya gidecek arkadaşının evraklarıyla oynayıp onun yerine Almanya’ya gitmiş ve arabaya ulaşma isteğini engelleyecek her türlü engeli ne şekilde olursa olsun bertaraf etmekte hak görmüştür. Bayram içsel yolculuğunda darbe aldıkça, gözü gibi baktığı Balkız da darbe alacak, uğruna her şeyi sattığı ve sahip olduğu tek şey olan Sarı Mercedes’i, köyüne vardığında  yol boyunca aldığı darbelerden ötürü ,  Bayram’ın ruhu gibi hurdaya dönmüş olacaktır.


Sevginin sıcaklığını yaşayamamış, sürekli itilip kakılan yetim Bayram için , arzularını ve eksiklerini yüklediği bu metal parçası,  sırf araba değil başını sokacağı ev, gücünü ispatladığı kadın, edinmek istediği itibardır. Küçükken köylerine gelen bürokrata duyulan saygı ve itibarı altındaki  Mercedes ile özdeşleştiren Bayram, bu itibar için ,kendini kanıtlamak için Mercedes’e sahip olmaktan başka bişey düşünemez olmuştur.  Mercedes’iyle köyünde karşılanan itibarlı beyefendi olma hayalleri kurarken ne kendisini karşılayacak bir köy ne de karşılanacak kendisi kalmıştır.  Film,  kapitalizmin çarkları arasından bir hurdaya dönüşmüş Bayram’ın hurdaya dönmüş arabasının içinde, dört yol ağzında etrafa boş boş bakması ve nereye gideceğini bilmemesi ile son bulur.


  1990-2000  YILLARI ARASI

Türk işçiler  90’lı yılların başında, otuz yılı aşan geçmişe karşın  hukuksal statülerini güvence altına almak için mücadele  vermişlerdir. 1991’de yürürlüğe giren Yabancılar Yasası, genç kuşağın Alman vatandaşlığına geçişini kolaylaştırırken, uzayan işsizlik durumunda oturma hakkını kısıtlayan hükümler de getirmiştir. İki Almanya’nın birleşmesinden sonra yabancı düşmanlığı yaygınlaşmıştır. Bütün bunlara karşın  Türklerin sayısı azalmamış tersine  Türkiye’den getirilen  damat ve gelinlerle göç halen devam etmektedir. Göçmen Türklerin nüfusu  Almanlardan sonra en büyük gurubu oluşturmaktadır.
1990’larla birlikte çok-kültürlülük politikalarının etkinliği artmıştır. Bu dönem Türk göçmenler içinde sosyo-kültürel değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu yıllarda etnik kimlikler güçlenmiş, ikinci ve üçüncü kuşağın etkinliği ile birlikte entegrasyon sürecine katılım artmış, Türkler toplumsal ve kimliksel konumlarını güçlendirmiştir. Bu dönem bir anlamda Türklerin kendilerini kurban olmanın dışına çıkardıkları, Almanya’yı sahiplendikleri, artık bizde varız söylemlerini güçlendirdikleri, kendilerine ait kültürel alanların üretildiği bir süreçtir.


BERLİN  İN  BERLİN

komşu komşunun kültürüne muhtaçtır ...



                                                                        
Türk göçmen aile üzerinden anlatılan çok-kültürlü bir melodram olan Berlin in Berlin 1993 tarihli  Sinan Çetin yapımı  bir filmdir. Ailenin yaşlı ninesi, tamamen ülke geleneklerine göre, değişmeden yaşamını sürdürürken , anne- baba Almanya’nın rahatına alışmış, Türkiye’den de kopamamış, iki toplumun yaşam biçimi arasında ikisinden de etkilenmiş olarak yaşamaktadırlar. Türkiye’de doğup bi süre sonra  Almanya’ya gelen büyük ve ortanca oğullar arada kalmıştır, en küçük oğul ise, ya Almanya’da doğmuş ya da çok küçükken gelmiş ve Alman toplumuyla daha uyum içindedir
 

Ağır çalışma koşulları, kültürel farklılıklar ve belki de en önemlisi dil bilmemeleri, göçmenlerin kendi içlerine kapanmalarına, dolayısıyla da Alman toplumundan dışlanmalarına, yabancı olarak değerlendirilmelerine neden olur. Bu durum, sadece birinci kuşakla sınırlı kalmamış, orada doğmuş, büyümüş, eğitim görmüş bir sonraki kuşaklar için de söz konusu olmuştur. Almanya’da vatandaşlık edinme ancak en az on beş sene Almanya’da yaşamak koşuluyla ve diğer vatandaşlığını terk etme koşuluyla gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, ikinci ve üçüncü kuşakların yabancılıkları hukuken de devam etmektedir.Bu durum  Türk toplumunu tanımayan, Alman toplumuna da tam uyum sağlayamayan, her iki topluma da mesafeli, her iki toplum tarafından da farklılaştırılan  kuşakların oluşmasına neden olur.
 

Önce  misafir işçi, ardından  göçmen işçi  konumundan  azınlık statüsüne geçen Türk kitlesinin, Almanya’da kalıcılıkları kesinleşmiştir. Büyük çoğunluğunun kısa bir süre sonunda para biriktirerek dönmeyi düşünürken , çocuklarını okutup, iş-güç sahibi ettikten  ve emekli olduktan sonra dahi  Almanya’da kaldıkları görülmüştür. Çoğu, kendi işini kurmuş , işveren olmuştur.
 

Film yeni birleşmiş ve inşa edilmekte olan Berlin’de geçer. Türk işçisi Mehmet’e  her  gün  yemek  getiren  eşi  Dilber’i  beğenen  Alman  mühendis Thomas,kadının resimlerini çekip odasının duvarlarına asmaktadır. Türk kadınına karşı röntgenciyi arzuyu gösterir kamera. Kadının kocası resimleri gördüğünde rahatsız olur ve karısıyla tartışır . Kadını tartaklayan adamı durdurmaya çalışan fotoğrafçı yanlışlıkla Türk işçiyi öldürür. Böylelikle töre ve kan davası Almanya’ya taşınmış olur.

 
Üç ay sonra fotoğrafçı kadını bulup olanları anlatmaya çalıştığında kocanın erkek kardeşleri ona saldırır .İronik bir şekilde adamın  kaçışı , ailenin Berlin’deki Türk mahallesi Kreuzberg’te evinde, Dilber’in yatak odasındaki gardırobun üzerinde son bulur. Genç ve kızgın Mürtüz yabancının abisini katlettiğini düşünmektedir. Bundan dolayı adamı tabancasıyla öldürmek ister. Her iki tarafın gözünde de korku vardır. Bu saldırısı babası ve büyükannesi tarafından durdurulur. Geleneklerini koruyan büyükannenin inancına göre adam bir Tanrı misafiridir ve onları sınamak için gönderilmiştir. Bu sebepten evlerinde öldürülemez. Genç adam yaşlıların otoritesine boyun eğer. Böylece, Alman olana Türk ailesinin evinde kısılıp kalsa da  bir refah verilir, adeta Almanya’da refah arayan yabancılar gibi.Bu yönüyle törelerin sadece acımasız yanı olmadığı, koruyuculuğu da vurgulanır.
 

Artık yabancı , büyük Türk ailesinin içindeki  Almandır. Evde dört nesil bir arada yaşamaktadır ve her biri kendi halinde ve davetsiz misafirlerle farklı ilişkiler yaşamaktadırlar. En büyük kardeş Mürtüz etrafta silahı ile gezinip intikam isteyen maço erkektir.  Genellikle Türkçe konuşur ve Türk geleneklerine bağlıdır ancak viski içmeyi ve sarışınları sever ve yengesine  tutkundur. Almanca konuşan genç erkekler Almanla ilişki kurmaya daha hazırdır. Türkiye ve Almanya arasındaki bir futbol maçı sırasında televizyonu tamir ettiği için kutlanır, büyükanneyle dostluk kurar ve ondan Türkçe öğrenir, Türk gelenekleri ile tanışır, insanlara kolonya ve lokum tutar ve hatta kurban bayramında büyüklerin  ellerini öper. Sonuç olarak  Thomas giderek  Türk aile yaşantısına adapte olur.  Şimdi röntgencilik rolü değişmiş, Türkler Almanı izlemektedir. Thomas erkek kardeşlerle kaynaşırken Dilber kendi eşinin ölümü ile ilgili detaylı sorular sorar. Fotoğrafların bulunması kadının aile içindeki durumunu giderek daha problemli hale getirmiştir.  Burada değişime ayak uydurmaya  yatkın olan  ölen işçisinin  karısıdır.  Sonunda  Alman  mühendisin aşkına  karşılık vererek  ve  artık  Almanya’da  yetişmiş  olan  kayınbiraderinin  de  töre cinayetinden vazgeçmesiyle kendi seçtiği bir yaşama doğru adım atar.


2000-2010 YILLARI ARASI

Üç yıllık bekleme süresi kaldırılmış,  2007’de  aile birleşimi çerçevesinde Almanya’ya gelmek isteyen eşler için Türkiye’de Almanca öğrenme şartı getirilmiştir. En temel sorun işsizlik sorunu olmuş, Almanya Türkleri kendi işini kurmayı ekonomik güç, bağımsızlık için bir çıkış yolu olarak görmüştür .
2000 yılların başında Alman Vatandaşlık Yasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra  Almanlık  vurgusu öne çıkarılmış, Almanya’ya aidiyet  de yansıtan yeni kavramlar üretilmiştir. Alman Türkler , Türk Almanlar , Türkiye kökenli Almanlar, Almanya Türkleri , Almanyalı Türkler , Türkiyeli Almanyalılar, Türk kökenli müslüman Alman vatandaş, göçmen kökenli Almanlar  gibi…


Almanya’ya göç eden ilk kuşak ve oraya küçük yaşta giden ya da orada doğup büyüyen üçüncü  ve   dördüncü  kuşaklar arasında da önemli farklar vardır. Daha içine kapanık,dolayısıyla Alman toplumu ve yaşam biçimine mesafeli yaklaşan, buna uyum sağlamada sorun yaşayan bir kuşak olan birinci kuşak, Türkiye ile gerek maddi gerekse manevi düzlemde bağlarını koparamamıştır. İçe dönük tutumu ve yaşamını tamamıyla geri dönüş mitosu üzerine kurması nedeniyle sorunlu bir kuşak niteliğindedir.
 

İlkokul ya da daha sonraki yaşlarda, ailesinin yanında Almanya’ya giden ikinci kuşak ise tam bir arada kalmış kuşaktır. İlk gidenlerin kalıp kalmama tereddütlerinin belki de en fazla etkilediği nesildir.
 

Orada doğup büyüyen ve orada okula giden üçüncü ve dördüncü kuşak, artık Almanya’da kalıcı olduklarının bilincinde, aileden gelen öz kültürleri  ile bağları  zayıflamış, daha çok Alman kültürünü ve dilini benimsemiştir. Yine de bu nesil için de tam bir  entegrasyonunun  söz konusu olmadığı söylenebilir.
 
 
DUVARA  KARŞI

insan ağaçmı ki kökü olsun…




Almanya’ya bir emek göçüyle başlayan, süreçte çift-dillilik ve çift-kültürlülükle sonuçlanan bu yeni toplumsal yapı içinde yetişen  üçüncü kuşak ,  iki ayrı kültürel kimliğin arasında kalarak, yeni bir kimliğin yaratıcıları olurlar. Fatih  Akın’ın 2004 yapımı Duvara Karşı filminde , ülkemizde Almancı, Batı'da ise yabancı olarak tanımlanmaya çalışılan  Almanyalı Türklerin, kimliklerini  ve  var oluşlarına ilişkin kaygılarını izleriz.


Film Hamburg’da  başlar. Bir intihar girişiminin ardından psikiyatrik tedavi gören alkol ve uyuşturucu bağımlısı Cahit  40 yaşlarında, Türk kökenli bir Alman'dır .  Bir barda şişe toplayıcılığı yapan alkolik, yaşamdan hiç bir beklentisi olmayan Cahit , barda ona laf atan bir sarhoşla kavga ettikten sonra arabasını hızla sürerek bir duvara çarpar .Doktoru ona "İntihar, hayatına nokta koymanın tek yolu değildir" der  ve  Cahit’e hayatına anlam katacak bir şey bulmasını söyler.
 

Tutucu ailesinin baskısından bıkan Sibel  de intihar girişiminde bulunmuş, Cahit’le yolları hastanede kesişmiştir.Kısa konuşmalarla babasının , uzun konuşmalarla abisinin baskısı sırtındadır. Baba ve abiye göre görünüşte daha modern duran ve  Sibel’i daha iyi anlayan anne de sessizliğiyle geleneksel baskı kalıplarını  sürdürür. Sibel, ölmeyi denemek yerine başka bir kurtuluş yolu düşünür.Sırf  Türk olduğu için Cahit ‘i ailesinin kabul edebileceğini ve  onunla evlenerek , ailesinin baskısından kurtulacağını , özgür yaşayacağını  düşünür. Hayatına biraz olsun anlam katmak, biraz da kıza yardım etmek  için  Cahit bu anlaşmalı evliliği kabul eder
 

Sibel’in ailesinin kızlarını evlendirmek için diğer özelliklerini hiçe sayarak, sadece Türk olması hiç düşünmeden kızlarını evlendirmeleri Sibel’in özgürleşme arzusunu meşru kılar. Çünkü ailenin değer verdiği birey değil, geleneğin değerleridir. Türk insanı açısından Almanya’da sorun, yalnızca yabancı olmak değil, aynı zamanda kadın olma sorunudur. Karşılaştıkları sayısız güçlüklere karşın Almanya’da yaşamak zorunda kalan bazı Türk kadınları, baskıdan kurtulabilmek için ailelerinin çizdiği yazgıdan uzaklaşmış, yaşam alanlarını kendileri belirlemişlerdir
 

Sibel rahat davranışları ve dili eksik  konuşmasıyla  üçüncü kuşağın çökmüş psikolojisi ve arayışı içindedir. Ailesinin kültürüne  mesafeli bakar, onların gelecek için değişim umudu vermeyen yaşamlarına kendince karşı çıkar. Yabancılık duygusunu derinden yaşayan Sibel , geleceğini kendisi çizmek ister ancak bulduğu yollar sıkıntılıdır. Anlık mutluluklar arayan, sadakat duygusuna uzak, şiddet eğilimli, öfkelerini çekinmeden söyleyen, giderek kimliksizleşen, kimlik takıntısıyla kendine bile yabancılaşan Türk kadınıdır.  Bu kadın, çok-kültürlü bir toplumda doğan ve yetişen, ne Alman, ne Türk, yani Türk kökenli Almandır. Parçalanmışlığı, teslim olmayışı, üçüncü bir dünya umudunu, göç olgusuyla yüzleşmeyi, göçmenliğin dönüşümünü yaşamaktadır.
 

Çok-dilli bir film olarak Duvara Karşı’da Almanca, Türkçe ve İngilizce olmak üzere üç dil kullanılır. Sibel’in babası Yunus ile annesi Birsen ve Cahit’in arkadaşı Şeref sadece Türkçe konuşurlar. Almanya’ya göç eden ilk kuşağı temsil ederler. Türkiye’den getirdikleri kültürel normları olduğu gibi korumaya ve yaşatmaya çalışırlar.
 

Sibel ve Cahit ise Almanya’da doğup büyümüşlerdir. Onlar buranın ve bu şehrin çocuklarıdırlar. Alman vatandaşıdırlar. Türkçe’yi güçlükle konuşan Cahit  dili, görüntüsü, yaşam tarzı ve tüm özellikleri ile farklı bir üst kimlik ortaya koyar.
Almanya’da, yaklaşık yarım asırlık bir göç sürecinden sonra, artık toplumun bütün katmanlarında roller üstlenerek vatandaşlık görevlerini yerine getiren, ülkenin vazgeçilemez bir parçası haline gelmiş Almanya Türkleri gerçeği vardır. Almanya Türkleri, Almanya’yı  yeni yurt olarak benimsemiştir. Çoğunluğu kendini evinde hissetmektedir. Almanya, göçün ilk yıllarında algılandığı gibi  acı vatan değil, artık  ikinci vatan ‘ dır. Almanya Türkleri’nin geleceklerini bu ülkede planlamaları, ev satın almaları, müslüman mezarlıkları yaptırmaları kalıcılığı gösteren unsurlardır.


**Psikesinema Dergisi “göç” sayısında yayınlanmıştır.