Ölen oğlunun cesediyle, sokaklarda dolaşıp her rastladığından onu geri yaşama döndürmesini isteyen bir anne varmış. Belli ki ölüm sonrası şok yaşayan ve inkar içinde bir anneymiş. Bu mucizeyi ancak Budha gerçekleştirir diyen bir bilgeye rastlamış. Ölüm karşısında çaresiz anne , yüreğini eline alıp Budha'ya koşmuş, oğlunu yeniden yaşatsın diye yalvarmış. “Senin acını sona erdirecek tek bir yol var, şehre in ve acının yaşanmadığı her evden bir hardal tohumu al ve hepsini bana getir" demiş Budha.
Canhıraş şehre koşan anne kapı kapı dolaşmış ancak acının henüz yaşanmadığı bir ev bulamamış. Anlamış ki acıdan kaçış yok , ölüme de çare yok, oğluyla vedalaşmak tek yol.
Bu Tibet hikayesinde de anlatıldığı gibi acısız bir hayat yok. İnsanın doğumu acıların da başlangıcı. İlk ve en önemli en belirleyici ayrılık anne bedeninden ayrılık. Her kayıp ve ayrılık o ilk ayrılıktan izler taşır, o ilk ayrılığa götürür, bir türlü dolmayan boşluğa...İnsan yaşamında ayrılıktan daha önemli daha ağır ve daha yaratıcı bir yaşantı yok .
Hayata devam edebilmek için kayıpları kabullenerek, duygularla yüzleşerek ve kayıpları geçmişte bırakarak yola devam edebilmeyi öğrenmek gerek. Ancak geçmişin izleri tümden yok olmaz. Ölüm kayıpların en somut ve en acı olanı. Ölüme karşı verilen tepkilerde farkında olmaksızın, geçmişte yarım kalmış, dayatılmış ya da aceleye gelmiş ayrılıkların bilinçdışındaki kalıntıları da bir arada yaşanır. Yas tutma, sadece ölüme karşı verilen bir yanıt değildir. Yas tutma herhangi bir yitim ya da değişikliğe verilen psikolojik yanıt ve iç dünya ile gerçeklik arasında uyum sağlayabilmek için yapılan uzlaşmadır. Anneden kalan boşluğa tekrar bakıştır bir bakıma. Sevdiğinin olmadığı dünyada yeni ve anlamlı bir yaşam kurma çabasıdır. Yaş almak kaybede kaybede gitmek demek, yaşamak da bu acıların kefareti... Yokluk karşısında alınan konum, özneleşme sürecinin en temel belirleyenlerindendir.
Bu süreç içinde kaybolan kişiyle ya da şeyle özdeşim kurulur. Birçok duygunun , anının tekrar gözden geçirilmesi, ortalığın toparlanması imkanlarını da beraberinde getirir. Yas tutma birçok şeyi değiştirir. Yas tutma biçimi bireyseldir ve benzersizdir. Herkes için farklı bir deneyimdir ve bu nedenle, insanların yasa farklı tepkiler vermeleri çok doğaldır. Her ne kadar gidenin acısı sonsuza kadar sürmese de yeri doldurulamaz da . Gidenden kalan boşluk bir defa açıldıktan sonra küçülse de sonsuza kadar hatıralarıyla , bilinçdışında bıraktığı izlerle açık kalmaya devam edecektir. Ölümden sonra sabır dilenmesi bununla ilgili ; acın azalacak ama tamamen bitmeyecek, bu bilgi ile acı içinde durmaya sabret.
"İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz."
Anatole France
Benim için de öyle oldu. Maskot'la birlikte hayatımda bir kapı, kocaman bir yer açıldı. Doğada olmayı , sadece olma halini, durma halini , dururken kendine dönme daha çok kendine bakma halini, kendine bakarken diğer canlılara da bakma halini, sevmenin sahip olmaktan başka bir şey olmasını , sevginin bölüştükçe büyümesini, sahip çıkmayı ama sahip olmayı değil, sadık olmayı ama bağımlı olmayı değil, birlikte hareket etmeyi, herkes kendi ritminde iken aynı zamanda beraber bir ritmin içinde durabilmeyi, sevdiğini gözetmeyi Maskot 'tan öğrendim. Kuşkusuz bir teşne hali vardı bende de , katalizör oldu, yol açıcı oldu. Değişimleri sağladı.
Beni ben olmaktan alıkoyan , tüketen bir işten , sevgisiz , hırçın , saygısız ve muhafazakar güruhun oluşturduğu bir şehirden , koşturup dururken yanımdan gelip geçen hayata seyirci kalmaktan kurtardı. Köpeklerin muhteşem dünyası ile tanıştırdı.
Ve gitti...koca bir boşluk bırakarak...dolmayacak o boşluk evet...sönmeyecek mumlar...
Bu acı, bilmeyene boş gelecek belki ama dostluk, vefa, adanmışlık adına çok öğretici...Acıyı kelimelere sığdırmak zordur, hele de kabul görmüş en önemliler sınıfına sokulmamışsa. İnsanın ölüm acısını kaybettiğinin ne'liğiyle değil, ona duyduğu sevgiyle, hayatında onu konumlandırmasıyla, ona verdiği emekle ilişkilendirebileceğinin bir kanıtı... Çoğu kişinin sadece bir köpekti demesi, yerine yenisini al demesi - sanki bir eşyaymış gibi, bir yükten kurtulunmuş gibi söz etmesi, günlerdir kalbinin oyulması, iyi ki bu kadar çok fotoğraf çekmişim diye düşünmek, o kokuyu bir daha duyamayacak, o gözlere bir daha bakamayacak, ona bir daha sarılamayacak olmanın verdiği ince sızı...Belki bir insanın ölümünün acısını sizinle beraber başkaları da paylaşabilir, anlayabilir ama bu acıyı yaşayan dışında anlayabilecek, anlamlandırabilecek kimse yok. Yas tanıklık ister ; yazıyı okuyanlar tanığımdır.
O gitti. Annemin oğlunu kaybettiği yaşta kaybettim ben de oğlumu. Kaybetmek ne ? Öldü ikisi de. Kaybolan kedimdi dört ay önce , öldü mü bilmiyorum. Onun kaybıyla dertlenirken, gelsin diye yol gözlerken köpeğim öldü. Ondan iki ay sonra amcam öldü, bir ay sonra da anneannem... Sekiz ay içinde üst üste dört büyük acı...Yaşlı , hayatı dolu dolu yaşamış olmaları , bakılacak düşkün hale gelmeden ölmeleri içimi rahatlattı, üzülmek ayrı. Bir de hayatımda işgal ettiği yer görece daha azdı diyebilirim. Hayatımda koca bir yeri olan kardeşim ise gencecikken , birden bire öldü. Ve o öldüğünde annemin yaşındayım şimdi. Annemin yasını , sanki evlada miras yasını yaşadım, kardeşimin yasını tekrar yaşadım.
O gitti... ama sondan değil baştan başlamak gerek.
Tüketici bir iş temposu içersinde verilen rotasyon görevleriyle oradan oraya savrulurken, hapishane görevi için gittiğim yerde karşılaştım annesi ile...ve üç kardeşi ile... Bebeklerdi. Bir halı yıkamacı bakıyordu anneye, ancak üç beş gün arayla arabasıyla çarptığı bebekler ölüyordu. Planlasan olmayacak denen bir tesadüfle işyeri sahibi üç kardeşi arabayla çarparak öldürmüştü. Maskot'un da bacağını kırmış bir kenara atmıştı. "Ne yapıyorsunuz , siz nasıl bırakırsınız?" diyince "İşte önüme çıkıyorlar, bunun da bacağı kırıldı ölür zaten" dedi. Bacağı kırılmış bir koltuk gibi kenara atmıştı. O sırada o adamı parçalamak isteği duydum elbet ama daha mühimi bu bebeği kurtarmaktı . Ağzıma geleni söyledikten sonra bebeği alıp barınağa götürdüm. Bir şey yapılabilir mi diye. Henüz barınakların ölüm yuvası olduğunu, zannedildiği gibi hayvanların bakıldığı bir yer olmadığını , geçici süre barındırıldığını bilmiyordum. Tedavisi yapıldı ancak orada kalamayacağını, sokağa bırakacaklarını ya da burada enfeksiyondan ölebileceğini söylediler. Aldım. Ancak site içersinde, iki kedimle yaşadığım küçük daireye köpek almam mümkün olmadığı gibi, yoğun iş temposu içinde onunla ilgilenmem de çok zordu. Oysa öyle değilmiş.
Hastanede bakmaya başladım. Artık öğlen tatilleri onunla geçen doyumsuz saatlerdi. Hastanenin maskotu oldu. Seven kadar ve hatta daha çok sevmeyen vardı. Belki ben yokken dürten, zarar veren de vardı ancak görece korunaklı bir alandı. Aşılarını ve beslenmesini yapıyor, sevgisine talip oluyordum. Ne ki üç ay sonra bir gün kayboldu. O kaybolduğunda içimde bir hançer hissettim , onun ne önemli olduğunu kaybedince idrak ettim. İlanlar verdim, aradım. Günler sonra aldığım bir ihbarla hastaneden kilometrelerce ötede olduğuna öğrendim . Buldum onu. Dünyalar benim oldu. O ağladı ben ağladım. Belediye almış, kısırlaştırmış ve kilometrelerce öteye bir çöp poşeti gibi atmıştı. Yaralı , yorgun ve bitkindi. Arkadaşımın bahçesinde kendini toparlaması için korumaya aldık ve tabi her gün gördüm.
Ne yapacağım bu çocuğu dedim. Bırakamıyorum , koruyamıyorum da . O sıralarda yeni yapılmış, henüz birkaç ailenin oturduğu siteye taşınmıştım. Aldım götürdüm , insanlar taşınana kadar burada bakarım dedim. Kulübesini yaptım bazen eve aldım, sokaktaki köpeklerle oynuyor akşam benimle oluyordu. Onun sayesinde sokaktaki köpeklerle hemhal oldum. Koşa koşa eve geliyor , hayatımı onu da gözeterek organize ediyordum. Zaten işteki gereksiz bürokrasiden , hakkıyla çalışamamaktan usanmıştım. Bahçeli bir ev ve başka iş olanaklarını araştırıyordum. Kararım oldu Maskot. Lüks site dolmaya başlayınca , yüreklerindeki pisliğe sağır çok temiz insanlar, köpeğin pisliğinden rahatsız oldu . Oysa site içinde tuvaletini yapmıyordu. İstilacı insanlar, köpeklerin yaşadığı arazilere dışı lüks içi ruhsuz evler kondurmuştu. İçeride Maskot'tan dışarıda sokak köpeklerinden rahatsızlardı. Çöplerini oraya buraya atan , iki lafı doğrultamayan insanlar... İnsanların ne menem bir şey olduğu, gücün karşısında aldığı pozisyonla anlaşılabilir, en güçsüze nasıl davrandığı ile anlaşılabilir.
Konfor alanından çıkmadan , elindekilerden vazgeçmeden ilerlemek olmuyordu. Hayat aldıklarınla değil vazgeçtiklerinle ilgiliydi. Bilinmezin zengin kollarına bırakmadan başka bir hayat kurulamıyordu. Yıldığım işten ve şehirden ayrıldım, cesaretim oldu Maskot, bilinmeze tahammülüm oldu. Bunca koşturmanın içinde kendimizden kaçarken , akıp giden hayatı fark edemiyoruz. Yıllar geçiyor ve bir bakıyorsun pişmanlıklar keşkeler toplanmış. Durmak gerek biraz , koşmak kendinden uzaklaştırırken yavaşlamak kendine yaklaşmak olanağı sağlar. Durmak hareketsizlik değil , sıfır noktasındaki harekettir, durmak farkına varmak, durmak sindirmektir. Ve nerdeyse duracak kadar yavaşlamak çok zordur deneyin. Kendime yaklaşmam oldu Maskot.
Onunla ve kanka yaptığı sokak köpekleriyle denizin , toprağın, göğün tadına vardım. Önemli ve önemsizi ayırmak, öncelikleri belirlemek , fazlalıklardan kurtulmak imkanını buldum. Daha fazla daha çok diyen, bizi habire kırbaçlayan , ne için kim için düşünmeden biriktirdiğimiz sistemin biraz dışında durup, sadeleşmemi sağladı. Sadeleşmem oldu Maskot.
Kankaları da artık evimizin önündeydi. Herkese dokunabiliyordu Maskot, şeytan tüyü mü vardı ne ? İnsana , kediye , köpeğe...bahçemize sığınan bir yavru kediyi koynunda yatıran , onu kollayan , analık eden bir erkek köpekti o. Oynarken kedinin başına ağzına alıp, tekinsiz bulduğu yerden onu sırtından dişleyerek getirirken nasıl da özenliydi ve canını yakmıyordu. Kıvamını nasıl biliyordu şaşkınlık vericiydi. Tutmasının, sevmesinin dengesi vardı. Tutuyordu ama boğmuyordu. Avucunda bir kuş taşımak gibi , düşmesini engelleyecek kadar sıkıyor, sıkarken boğmuyordu. Seviyorum, koruyorum derken çocuklarını boğan ebeveynleri düşününce, bu tek bir sahnenin bile ne kadar öğretici olduğunu düşünürüm. Ev içinde de herkesin alanı, oyunu ve dengesi vardı. Dengem oldu Maskot.
Sahici bir sevginin sahip olmaktan değil, kabul ve sevgiden ve alanlarını koruyarak saygı duyarak geçmekten olduğunu onlar biliyor, bilmenin ötesinde yapabiliyorlar da. Anda kalmayı , şu an burada olmayı ve bunun tadını çıkarmayı biliyorlar. Bizi de o ana çağırıyorlar. O anda kalmayı ve huzurun orada olduğunu söylüyorlar. Huzurum oldu Maskot.
Bir hayvanla yaşamak "yemeğini ver , kakası temizle" den fazla bir şey. Hareket edecek, oynayacak, sevilecek, ilgilenilecek , bağ kuracak... bunları gözetmek gerek. Bana bunları yapabilme imkanı verdiği için minnettarım. Liderlik baskıcı bir otorite değil , koruma kollama ve onun kaynaklarını kullanmasına olanak sağlama demek. Ebeveynlik de bu. Birini sevdiğinde ondan alacaklı olmazsın, ona borçlu da olmazsın.Ona sahip olmazsın, ait de olmazsın. Birini sevdiğinde birini sevmiş olursun. sevgim oldu Maskot.
Ve bir gün saçma sapan bir nedenle hastalanıp ameliyat oldu ve komplikasyondan öldü. Neyi vardı tam bilinmiyor, neyi eksik yaptık, yaptık mı, şifacısı mı eksikti emin değilim. Tabi bunların hepsini kurcaladı zihnim. Öfkelerden , pişmanlıklardan, kendini suçlamalardan geçtim. Yüreğimde koca bir ateş, burnumda sızı oldu Maskot.
Günlerce ağladım, yemek yiyemedim yas tuttum. Bilerek isteyerek yalnız durarak yas tuttum. Herkesin acısı sevgisi kadar. Acıya da sahip çıkmalıydım. İnsanların lüzumsuz tesellisine maruz kalmamak için yalnız kaldım. "Bir köpek ölecek tabi insanlar ölüyor" diyen üsten bakışa maruz kalamamak için. .."Evren sana işaret göndermiş, bak sendeki cevheri çıkarmak için gelmiş, görevini tamamlamış" diyen, görece anlayışlı oysaki insanı önceleyen, üstten bakışa maruz kalmamak için yalnız kaldım. Neden bana bir şey öğretmek için görevlendirilmiş olsun? Her şey insan için diyen bakıştan çok da farklı değil bu yaklaşım. Evrenin bunca işi içinde bana mesaj göndermekle ilgilendiğini sanmıyorum, ben olanlardan bir şey çıkarabilirim ancak. Maskot'un bana bir şey öğretmek için görevlendirildiğini sanmıyorum, biz karşılaştık ve herkes kendi payına ve birlikte bir şeyler yaşadı, ben buna ne anlam verdiğimi anlayabilirim ancak. Her şey insanlar için değil , doğada her şey hem kendisi hem birbiri için. Kendimizi dünyanın, evrenin merkezi sanma kibrimiz bu bilgiyi edinmemizi engelliyor.
Aslında yalnız değildim, kankası Beyaz, onun öldüğü gece bahçeye girdi ve beni görmeyin ne olur dercesine balkonun altında yattı. Vedalaşmış meğer Maskot'la. Ertesi gün öldü oğlum ve Beyaz bahçeden çıkmadı. Bir ay sessiz , gözlerimin içine bakarak yas tuttu benimle. Kıpırdamadı yerinden zorunlu ihtiyaçları dışında, benim gibi... Enerjisi nefes almak içindi sadece, benim gibi... Bir ay bir tek o vardı yanımda. Beni saçma sapan sözcüklerle teselli etmedi. Yanımda durdu, göz göze baktık, ağladık. Sarıldık birbirimize. Sessiz kalmak, kalabilmek, susmaktan başka bir şey çünkü. Beyaz sessizliği ile çok konuştu ve anladı beni. Aşık olduğum, hayatımın köpeği gitti,onun da...Ritmimiz aynıydı, ben biraz kıpırdanınca Beyaz da kıpırdandı ama benim gibi o da artık aksak , benim gibi o da artık eksik... Artık bizim bahçemizde, yas yoldaşım benim, sabır yoldaşım.
Bu acıyı yok edemem ama bir yere evriltebilirim belki. Veterinerlik okumaya başladım, evlatları tedavi etmek , onlara yararlı olmak istiyorum. Ölümü kontrol altına almak değil de yapılabilecek olanı öğrenebilmek için. Yaşayabilecek olanı yaşatmak , ölebilecek olanın da ölmesine izin vermek için .
Jung hem kadınlarda hem erkeklerde dişil ilkenin bir ifadesi olarak görür köpeği . Doğayla akrabalık ihtiyacımızı uyardığını söyler. Büyük anne ve kutsal köpek arketipi olarak arketipal dişili sembolize eder. Maternal kökenlidir ; doğum - ölüm, doğurganlık, karşıtların uzlaştırılması , hastalık-şifa, düzen-kaos ile ilişkilendirir. Jung bir köpekle yaşadı ve bu yaratıcı yanı mı gördü , kadim kitaplardan mı araştırdı , sezgileri mi güçlüydü ? Belki de hepsi birden.
Köpekler Antik Mısır ve Sümer medeniyetlerinde kutsal sayılırmış. Özellikle Sümerlerde ustalığa erişmiş her bir büyücü, eğitmek için bir köpek edinirmiş. Sümer tabletlerinde anlatıldığı şekli ile bu eğitim diğer medeniyetlerin aksine bekçilik, korunmak veya avlanmak için değil tamamen ruhsal boyuttaymış. Kızılderililer koşulsuz sevgi ve adanmışlık sembolü görmüşler köpeği. Mümkün mertebe vermeyi, özgeci olmayı salık veren bu ruh hayvanının ruhuna saygı duyulmayan yerde felaketlerin olacağına inanmışlar.
Biz kendimize ve doğaya bu kadar uzaklaştığımız için mi kötü olduk? Sevmediğimiz yanlar için hayvan benzetmesi yaptık? Eşek emekçidir, güzel gözlüdür ama iki yüzlü ve emeği aşağılayan insanlar onları aşağılama malzemesi ederler. Çok sevmeyi çok çalışmayı anlatmak için it gibi sevmek it gibi çalışmak derken, sadakati de hor görüp kapında it olmak derler. İkircikli duygular ,bütünleşmemiş bir ruhsal yapının ürünüdür bunlar.
Ancak kalbiyle tümden irtibatı kesmeyen biri sevmeyi , emek vermeyi, anlamayı, bağlanmayı öğrenir. Kediler ve köpekler bunu çok güzel öğretirler mesela. Israrla kendileri olarak, sizinle o şekilde ilişki kurarak. Özel alan kullanımı, özerklik, bağımsızlık, birliktelik, sınır koyabilme becerisi, sıcaklık ve sevgiye olduğu gibi kendisi olarak karşılık verme becerisiyle kediler ,ulaşılabilecek en sağlıklı sevme biçimini öğretir. Uzun süre içten seven, çaba harcamadan bağışlayan , sevmenin almak değil vermekle ilgili olduğunu sezen, bilen köpekler , uzaklara koşmak, gerektiğinde ölümüne mücadele etmek cesaretini öğretir.
Hayatın belki de çok karmaşık olmayan ama bazen anlayamadığımız bir dengesi var. Hayvanlar bize anı yaşamayı, sevgiye odaklanmayı, bağışlamayı , vakti geldiğinde gitmeyi , gerisine boş vermeyi öğreten hayat öğretmenleridir. Kendin olmaya çalıştığın anlarda , kendin olduğun anlarda birileri hayal kırıklığına uğrar. Hayvanlar uğramaz bir tek. Hayvanlar seni kendi olma haline çağırır, orada tutar. Bir kedi kadar bağımsız ,özerk ve spontan, bir köpek kadar sadık, kollayıcı , yüreği okuyan , özgeci olamam belki ama insan hayvanı olarak yaşamaya çalışıyorum.
*Psikeart Dergisi Yas sayısında yayınlanmıştır.