Annemin yeni evime gelecek olmasını istemiyor değildim ama geleceği için gerginlik de yaşamıyor değildim. Yedi ay önce kendi kendine küsen annem, yine kendi kendine barışmıştı. Genel hali buydu; istemediği yahut onaylamadığı bir şey yaptığımda altı ay konuşmazdı , sonra bir biçimde kendisini ikna eder ve hep bir sebeple idareten konuşurdu. Küskün olduğu dönemler için beni suçlu hissettirmeye çalışmayı da ihmal etmezdi. Kendimi onun söylemleri nedeniyle suçlu hissetmeyi bırakalı çok olmuştu ama annem bunun farkında değildi ya da idrak etmek istemiyordu. Anneliğin vicdan azabı ve suçluluk duygusu içerdiğini, bunu da çocuklarına istediklerini yaptırmak, yapışık kalmasını sağlamak için bilerek ya da bilmeyerek boşalttığını gördüm.
İki yıl önce kocamdan ayrıldığımda yine altı ay küsmüş " Bak çocuk istemediğin için adam seni bıraktı gitti, böyle olursa kimse seni almaz kızım" demişti. Sonra tekrar barıştığında yani tekrar beni görmeyi istediğinde "Ben kedi anneannesi olmak istemiyorum. Ne bu kediler! Bak bunlar yüzünden doğurmuyorsun" demişti. Her olumsuz olasılığı ya da sonucu benim gönüllü çocuksuzluğuma bağlıyordu. Hadi olmasa yazık deyip acıyacaktı , ama istemiyor oluşumu anlayamıyordu. Gerçi olmuyor desem bu sefer de tedavi ol diyecekti. Yani karşı saldırıya her zaman hazır ve nazırdı. Kocam, o kedileri bıcır bıcır seven kocam, artık kocam olmadığında kedilerle de ilgilenmez olmuştu. Boşandıktan sonra, çocuklar sanki sadece anneninmiş gibi çocuklarını görmeyen babalara benziyordu.
Evet hocam çocuk istiyordu, artık yaşımızın geldiğini düşünüyordu. Yani çocuk için gelinecek bir yaş vardı . Çocuk istemeyen bir kadına ilk söylenen şey “zamanının henüz gelmediği”dir, zamanı gelince hormonları depreşecek, o da çocuk sahibi olmayı isteyecektir. Anne olanla olmayan arasında düzeysel bir fark yaratılır. Biri “zamanı gelmiş”, yani daha ileri bir merhaleye atlamış, olgunlaşmış; diğeriyse henüz bu seviyeye ulaşamamıştır. Çocuğu olmayan kadın, daha en baştan olgunluk, kadınlık ve fedakarlık açısından diğerinin gerisinde görülür. Kadınların annelik tercihlerini bilhassa zaman ve hormonlar üzerinden açıklamaları, belki de kendilerinin neden anne olmayı seçtikleri sorusunu cevaplamaktan kaçınmaları için iyi bir zemin sunar. Sorumluluğu hormonlara yüklemek, kişiyi “neden anne olmak istiyorum?” sorusunu sormaktan ve cevabı aramaktan kurtarır. Ayrıca, kişiyi anneliği seçmenin sorumluluğundan da kurtarır; bunu o değil hormonlar istemiştir, suç onun bilincinin dışında bir yerlerde, “annelik içgüdüsü”ndedir.
Ekonomik durumunuz iyiydi, ben kariyerimi yapmıştım. Kırka merdiven dayamış bir kadın olarak bana , trenin son istasyona girdiğini, sonra yapmadığım için pişmanlık duyabileceğimi zikretmiş, toplumun diğer kesimindeki insanlar gibi "sırf benim iyiliğimi istediği için" son şansımı kullanmamı salık vermişti. Oysa erişkin bir kişi, aldığı kararı enine boyuna düşünen bir kişi, gönülden isteyen bir kişi niye pişman olsundu? Velev ki oldum, ya çocuk yaptıktan sonra pişman olursam? Oyyy bu cümle cısss! Pişman olduysan bile ne kendine ne başkasına dillendir. Bu söylenemez, hissetsen bile deme. Sonra çektiğin bütün bu eziyet çerçöp olur. Geçiştir duygunu, yokmuş gibi yap. Hatta iyisi mi başkalarını da doğur doğur diye zorla ki bir tek sen bu pişmanlığı yaşama. Sanki topluca yaşansa pişmanlık pişmanlık olmayacak. Aslında kocam da çocuk istemediğini, bu dünyaya çocuk getirmenin saçma ve gereksiz olduğunu, ancak annesinin ısrarlarına artık dayanamadığını söylüyordu. Tek oğlunun çocuğunu görmeden ölürse gözü açık gidermiş. Annesinin biricik oğlu da, kadıncağızın zürriyetini devam ettirme arzusunu nasıl elinden alabilirmiş. Tabi torun olursa hayata bişey bırakma garantisini yaşamış olacak. Şefkatli ve merhametli biriydi kocam aslında, uzun ilişkilerin monotonluğunu yaşıyorduk evet, lakin hayatın kendisi monotondu zaten ve bu fena da bişey değildi. Minik minik anlarla monotonluktan kısmi olarak çıkmak mümkündü. Bir canlıyı dünyaya getirmek ve bir canlıyı öldürmek isteğim yoktu. Bir canlının yaşamasına destek olmak ve ölecekse de ölmesine destek olmaktı düsturum. O'nun, annesinin arzuları ve kendi çelişkileri arasında ezilirken beni de hırpalamasını istemedim, çocuk isteğinin önünde engel olmak da istemedim. Ben istemiyordum ama onun isteğine mani olmak hakkım da yoktu.
İki yıl sonra hayatıma başka bir güzel insan girdi. Fakat bu kişi annemin tasvip etmeyeceği biriymiş. Daha önce de Ermeni, Yahudi arkadaşlarım olmuş ve annem onları çok hoş karşılamıştı. Lakin evlenmeye gelince itiraz etmişti. " Ee doğacak çocuk Hıristiyan mı olacak Müslüman mı olacak?" doğacak çocuk üzerinden evlilik düşüm yoktu. Hıristiyan ya da Müslüman olması zaten umurunda değildi. Henüz bunları konuşmaya vakit olmadan, bir Ermeni ile evlendiğim için zaten annemin altı ay küsmesini hak etmiştim. Nihayetinde yeni bir şehre, yeni bir eve taşındığımda artık içindeki anne sevgisinin ağır bastığını söyleyerek beni ziyarete geldi. Tabi anne sevgisi diyince akan sular sular dururdu. Zira üzerine laf edilemeyecek kutsal bir sevgiydi bu. Her daim geçerli akçeydi, bütün günahları affettirirdi.
Annem genel geçer çoğunluk annelerine oranla oldukça makbul bir annedir. Yani çok fazla sıkmaz, her dakika arayıp boğmaz, her bişeyimi öğrenmek ve kontrol etmek için didinmez, kaygılı değildir, çoğunlukla kararlarımı beğenmese de çok karışmaz. Kırmızı çizgileri vardır ama. Hani özünde iyidir lafı var ya , çala kalem söylenen... iyilik neyse... Görünüşte bu kadar ılıman olmasına karşın sonuçta o da diğer kadınlar gibi annelik iktidarını kullanıyor ve bir biçimde diretiyordu işte. Asıl tehlikeli olan da buydu , bu kadar sert, rijit değil diye hoş görülme ihtimali vardı. Hani dünya kötülük edenler yüzünden değil, sessiz kalanlar yüzünden kötüdür diyen Einstein' in dediğine benzer biçimde düzen, yumuşak yumuşak ısrar edenler , steril görünüm altında etliye sütlüye dokunmayanlar, elalem hapishanesini benimseyip şiddeti sembolik düzeyde taşıyanlar yüzünden yıkılamıyordu belki.
"Canım her çocuğu sen mi kurtaracaksın?"
"Ee artık bundan çocuk yaparsın, yoksa bu da gider "dedi. "Bu" dediği onun nazarında ismi olmayan bir cisim olan kocamdı. Koca işte ya da baba adayı diyelim. Neyse ki kocamla bu konuda anlaşıyorduk. İkimiz de dünyaya bir canlı getirmenin sorumluluğunu almak istemiyorduk. Doğurulup bırakılmış bir sürü çocuk ilgilenilmeyi beklerken , kendi çocuğumuzu, kendi kanımızdan birini daha dünyaya getirip, artan nüfusa katkıda bulunmak istemiyorduk. Yıllarca insan hakları konusunda çalışan bir avukat olarak, ne kadar çok çocuğun istismara uğradığını , ebeveynleri tarafından terk edildiğini gördüm. Bu kadar çocuk varken onlar için bir şey yapmak dururken, illa benim kanımdan birini dünyaya getirmek bana sorumsuzca görünüyordu. Benim kanımda yegane ne vardı ki? Bütün çocuklar için güzel bir dünya var etmedikten sonra, bir çocuk yapıp özel okullara göndermek , pamuklara sarıp yetiştirmek vicdanımı sızlatıyordu . "Canım her çocuğu sen mi kurtaracaksın?" boş verme söylemiyle, durumu basitçe geçiştirdi annem.
"Çocuk güzel bir şey, çocuk sevilmez mi? Sen çocuk seversin" diyen, çocuk sevgisi üzerinden vurmaya çalışan annem de, diğer birçok anne gibi kendi çocuğunu seviyordu. Yani kendi buzdolabını , kendi çamaşır makinesini, kendi evini sevdiği koruduğu kolladığı gibi. Yani kendi malı olan şeyleri; zaten çocuk mal değil miydi? Çocuk sahibi olmak bir sahiplik üzerinden tanımlamıyor muydu? Oysa çocuğa sahip olamazsınız, çocuğun dünyaya gelişine aracılık edersiniz. İşte bu sahiplik arzusu , mal gibi gören anlayışla araç olarak kullanılmış çocukların hiç edildiğini gördüm. Her kadın sadece kadın olduğu için çocukları sevmek zorunda değil. Belki de çocukları sevdiği için dünyaya getirip acı çekmelerini istemiyordur. Çocuk seviyorum yalanı ardına gizlenenlere biri bakın, çoğu kendi çocuğunu seviyordur. Bakınız ; " Sen benim çocuğuma nasıl böyle davranırsın?" "Benim çocuğum böyle davranamaz" cümlelerindeki iyelik sıfatları...
Ne çocuk sevdiğini söyleyenler gördüm ki aslına yoktular. Herhangi bir çocuğu sevmekten acizdiler. Çocuklar tecavüze uğrarken sustular. "Aman başımıza bir iş gelir çoluğumuz çocuğumuz var "dediler. Minicik çocuklar devlet dersinde öldürülürken "zaten teröristti " dediler. Savaş sonrası anasız babasız sokaklarda yaşamaya çalışan çocuklara , pis çocuklar piç çocuklar deyip tekme attılar. Bunlar mıydı çocuk sevenler? Terbiye adına çocuklarını dövdüler, ayıp diye büyüklerin yanında çocuklarını sevmediler, davranışlarını tasvip etmedikleri için evlatlıktan reddettiler. Yapıp ettikleri kendilerine yakışmaz diye, günah diye öldürdüler. Bunlar mıydı çocuk sevenler? Kutsal analık mitini bağıra bağıra söyleyenler, tasvip etmediği evlatları olan analara küfreden yöneticileri alkışladılar. Bu muydu kutsal analık? Kutsallığı kim vermişti, kim geri alıyordu?
"Gemilerden daha kötüdür kadınlar, kırılmış direklerini ancak çocuklarının onarabileceği." Margo Magid
Dedim neden bu kadar istiyorsun çocuk yapmamı? Aslında cevabı bilmiyor değildim. Birçok insan bana bunu söylüyordu ; "Tren kaçmak üzere". "Son Durak" ."Sonra pişman olursun" . "Yaşlanınca yalnız kalacaksın". "Bu şeyi tatmalısın, dünyadaki hiçbir şeye benzemiyor... " Çocuk çok güzel doğru, birine sevgi vermek ki, sevgi vermekle ilgili birşeydi almakla ilgili değil , onun büyümesine şahit olmak, onunla ahenk içinde salınmak, onunla yaşamı tekrarlamak yeni deneyimler edinmek bunların hepsi muazzam şeyler hiçbir itirazım yok. Ancak yaşlanınca bana bakar, yalnız kalmam beklentisi hem saçma hem bencilce. Annem bana kendi kaygısını söylüyordu, baş edemediği yalnız kalma korkusunu , ölüp yok olma korkusunu... Yaşlanınca sana baksın diyerek çocuk yapmak her anlamıyla külfetli ve ikiyüzlüce bir şey. Ayrıca kendinin altından kalkamadığın bu kaygıları bir çocuğun sırtına , hayatına yüklemek haksızlık. Yaşlanınca yaşlı bakımevine gidebilirsin , yahut kendine küçük bir mekan tutup bakım için profesyonel destek alabilirsin. Çocuğunun hayatını zehretmene gerek yok. Belki çok uzaklarda yaşayacak, sana bakma koşulları olmayacak. Ne yazık ki insana en çok kendi annesi zulmeder, sevgi ve öfkeyi aynı bardakta sunar.
Çocuk evin huzuru neşesi. Evet kesinlikle böyle, ama bir yaşa kadar . Yani ilk okula başladıktan sonra artık o neşe yerine başka şeyler bırakır ; sınav telaşı, ergenlik bunalımı, üniversite telaşı , gelecek kaygısı... Bu dönemlerden geçerken çocuğundan vazgeçmek isteyen, bıkan oflayan çok aile gördüm. Yasal sıkıntılar yaşandığı için çocuğunu görmek istemeyen, evlatlıktan reddeden de gördüm. Onları gönendirmediği için utanan , toplum içine çıkamaz olduklarını düşünen çok aile gördüm.
Annemin deyişine göre, yapaydım bir çocuk tutardım kocamı elimde. Evliliğimi kurtarırdım. Çocuk gibi koca da araçtı yani, elle tutulabilir birer nesneydi, tutamamak da başarısızlık ki, başarı herşeydi bu güruh için... Ortada kurtarılacak bir evlilik varsa, çocuğa bu yükü bindirmek, çocuğun evliliği kurtaracağını beklemek çocuk için büyük haksızlık değil mi? Biz iki yetişkin olarak beceremedik , sen küçücük yavrucak becer demek ...Sonucun hayal kırıklığı olacağı çok aşikar. Bunun için bir biliminsanı olmaya gerek yok , biraz öngörülü olmak yeterli.
Farkında olunsun ya da olunmasın , insanlar için ölümsüzlükle ilgili bir yan var çocuk arzusunun altında. Öldükten sonra bir şey bırakmak , ben yaşadım demek, benden sonra benden bir şey devam ediyor demek. Bu, belki de bu arzu için en anlaşılır şey, yine de başka bir sürü yol var ölümsüzlük için, ölüm kaygısı ile baş etmek için. Kitap yazılabilir, bilim üretilebilir, sanat üretilebilir, ağaç dikilebilir... Hiç bir çocuğun bu kadar beklentiyi karşılayabilecek kudreti yok. Bu nedenle de çocuklar muzdarip , ebeveynler muzdarip. Buradaki bencilliği görüp , ihtiyaçların farkında olmak, çocuğunun hamurunu anlayıp uyumlu olmak ve beklentileri makul düzeyde tutmak belki de herkesin yararına olacaktır.
Kadının biyolojik olarak bir canlıyı içinde taşıma ve onu dünyaya getirmeye uygun olması, anneliğin her kadının yaşaması gereken içgüdüsel bir durum olduğu anlamına gelir mi? Ses tellerimiz var ama hepimiz şarkıcı değiliz. Buna rağmen hala “annelik içgüdüseldir” miti yaşıyor, yaşatılıyor. İnsanda içgüdü yoktur, açlık , boşaltım, uyku gibi içdürtüler vardır. Kimi insanlar kimi koşullarda bu dürtülerini doyurmaya da bilir. Açlık grevleri gibi, uykusuz çalışmalar gibi... Anne olma kararı içgüdüsel değil, bireysel olduğu kadar toplumsal ve politik bir karardır. Çünkü aile kurumu dünden bugüne düzenin temel yapıtaşlarından biri olarak varlığını sürdürür. Eril iktidarın devamı için iktidarın bir kısmını erkeğe bırakan düzen, analık adı altında kadına da sus payı verir. Anne olan kadın evde, çocuklarının başında, eşinin dizinin dibinde kontrol altındadır. Evine aş taşımak zorunda olan erkek daha ucuz ve sömürüye açık işgücü demektir. İşimiz gücümüz çekirdek ailemizi korumak olunca, dışarıda neler olup bittiğini daha az düşünür, daha az sesimizi çıkarırız. "Bir sen bir ben bir de bebek " diye mutluluk reçetesi sunan, çok satan şarkılar yapılır.
Bir kadın anne olmak isteyebilir ya da istemeyebilir. Anne olma kararının daha çok duygusal, olmama kararının ise düşünsel olduğuna dair gerçekçi ve mantıklı iddia pek dillendirilmiyor. Kimileri böylesi bir dünyaya çocuk getirmek istemeyebilir. Soyunun devam etmesi gibi bir arzusu olmayabilir. Yaşlanınca zaten yalnız kalınacağını baştan kabul etmiş , bakıma ihtiyacı olunca çocuklarının hayatını zindan etmekten öte kurguları olabilir. Bir kız çocuğunun sağlıklı gelişiminde annesi ile özdeşim yapması doğaldır. Büyüyünce anne olmak istediğini söylemesi de. Annesinden ya da başka dış etkenlerden kaynaklı sağlıklı bir ilişki yaşayamamış biri de istemese de, hatta istemediğinin farkında bile olmadan anne olabilir. Annesiyle sağlıklı bir ilişki yaşamış ruhsal açıdan sağlıklı bir kadın, kendi tercihi ile anne olmamayı seçebilir. Farklı özdeşimler, genetik özellikler, kişisel farklılıklar, eğitim düzeyi, kültürel alt yapı ve pek çok etkenin bir araya gelişi kişinin karar verme sürecini etkiler.
Bir kadının yaşamı anne olma deneyiminden yana ağır basarken, bir diğerinin kendisi için bambaşka hayalleri ve planları olabilir. Anne olmayı tercih etmemiş bir kadın, yaşamına başka ve daha az bencil değerler koyabilir. Annelik ve bencillik genellikle yan yana kullanılmaz. Karşılıksız sevgi diye sunulur. Sahiden karşılıksız mıdır? Değildir , en çok karşılık bekleyen yatırımdır. Hem maddi hem manevi yani duygusal yatırım yapılan çocuk üzerinden beklentisiz sevgiden söz edenler inandırıcılıktan uzaktır. Bi kere çocuk yapmanın gerekçesi, ne olursa olsun narsistik bir ihtiyaçtır . Bu bencilliği anlamak mümkün. Bu kadar zahmetten sonra bir şey bekleyebilirsin ancak burada beklentinin kimin ihtiyacı olduğunu ayırmak lazım. Bu farkındalık çok kolay bir şey değil. Yani aslında bencilce olan bir duyguyu kutsallık adı altında dokunulmaz , tabu haline getirmek sorunlu olan. Beri yandan çocukla ilgili herşeyi, "şunu sustursana"dan tut da başarısı, başarısızlığı, hastalığı ve bilimum özellikleri, beklentileri anneye yüklemek de insafsızca, bir insanın bu kadar yükü kaldırması çok mümkün görünmüyor. Belki de ancak bu şekilde tanımlayarak, biricikleştirerek kabul edilebilir, zahmetine katlanılabilir oluyor. Aynen şehitlik mertebesi kutsallaştırılıp askerliği yapılabilir kılmak gibi. Farkında olursanız, anneliğin çok yüce çok kutsal bir şey olmadığını itiraf ederseniz ve aslında ne kadar büyük bir iktidar olduğunu idrak ederseniz durum belki değişebilir.
Bir çok ailenin "Biz sana bunları bunları yaptık sen de şunu yap" diye bir beklenti içinde olduğunu , arzularını yerine getirmeyen evlatlarını hayırsız olarak yaftaladığını gördüm. Toplumda bir yer edinmek için, statü aracı olarak çocuğunu kullananları gördüm. O çocuk sizin gibi olmak zorunda değil, sizden başka bir birey , onun da düşünceleri, duyguları, arzuları, tutkuları , korkuları kendisi için hayalleri var. Sizin beklentilerinizin dışında olduğunda direk nankör diye tanımlamak, hayırsız evlat demek ve ciddi biçimde suçluluk duygusuyla onu bağlamak, dibinizde tutmak feci bir bencillik. Hatta biraz ilerisi patolojik bir durum. Anne ve babalarının özellikle de annelerin bu patolojik arzuları nedeniyle hayatlarını yaşayamayan onca insan gördüm.
"Senin iyiliğin için istiyoruz , anne çocuğunun iyiliğini istemez mi ?" gibi yine kutsallıktan pay almış , bunaltıcı, yırtıcı cümleler kurmayan , kendini böyle sorgulayan, yapıp ettiklerinde kendi bencilliğini görüp duraksayan ve kendine dürüst davranan çok az anne gördüm. Ve işte çoğunluğun kabul ettiği bu kutsal annelerin çocuklarının dünyayı savaşa, cehenneme sürüklediğini gördüm.
“Ana karnındaki yumurtayla ilgilenen toplum, doğan çocukların yüzlerine bile bakmaz.”
Simone deBeauvoir
Sonra bu annelerin kızlarından torun istediğini, yapmadığı için hakkını helal etmediğini gördüm. Olay sevgiyi yaşamaksa illa doğurmak mı gerekir? Doğmuş bir çocuğa annelik yapılamaz mı? Kediler köpekler ve doğanın bilumum canlıları sevilemez mi? Onlara duyulan daha pür bir sevgiyken... Mesela okul başarısı beklenmezken , mesela istedikleri yapılsın diye, onların hayalindeki çocuk olsun diye perişan edilmezken. Bu sevgi de bencilce yanlar içeriyor tabi ki. Yani insan ne yapıp ediyorsa aslında kendisi için yapıyor. Kendi ihtiyaçlarını gidermek için, iç dürtülerine yol bulmak için yapıp eyliyor. Bazıları bu ihtiyaçları giderirken hem kendisine hem çevresine ve doğaya faydalı oluyor , bazıları hem kendisine hem çevresine ve doğaya zararlı oluyor. Kimi bunların kendi ihtiyacı olduğunu fark ettiği için daha samimi, kimi dışarıdan bir güce atıf yaptığı için daha sahtekar. Bunlara anlamı da kendisi veriyor. Kimisine kutsallık atfediyor , tabu haline getiriyor kendi yarattığına tapar hale geliyor. Kimisini değersiz görüyor.
Maksat bakım vermek , kendinden bir parça vermek , çocuk sevmekse doğmuş diğer çocuklar için bu yapılamaz mı? Maksat anlam arayışı ise dünyayı özellikle çocuklar için daha yaşanılır bir yer haline getirmek için uğraşmak olamaz mı?
Doğum kontrolü kullanmayan bir kadın, doğurgan olduğu ortalama otuz yıl içinde kabaca bir hesapla onbeş çocuk doğurabilir. Bu belki insanoğlunun avcı ve toplacıyı olarak yaşadığı dönemlerde , doğanın kaynakları bu kadar sömürülmemiş, havası, suyu, toprağı bu kadar kirletilmemişken mantıklıydı. Sekiz milyar kişilik dünyada, iki oda bir salon dairelerde zar zor yaşarken, tüm gıdalar endüstriyel tarım ilaçlarıyla bezeliyken, önümüzdeki on yıllar içinde içme suyu bulmakta zorlanacağımız gün gibi ortadayken, şehir insandan nefes alamaz, betondan kendini kurtaramazken, yeşili katletmek için pusuda bekleyen onca anne evladı varken mantıklı bir tarafı görünmüyor.
Kimileri de analık kutsal değil, verilen emek kutsal diyerek yumuşatmaya çalışıyor. Verilen emek de diğer her emek kadar değerli. Dünyaya getirdiğine göre bakıp koruyacaksın gayet doğal bir sorumluluk. Çocuklarınıza vicdan azabı yükleyeceğiniz, istedikleriniz olmayınca suçlayacağınız bir fedakarlık yok ortada. Kendisi dünyaya gelmek istemeyen bir canlıyı yaşamaya mecbur bırakmanın sorumluluğu var. Bir yaşam başlatabilmek büyük bir güçtür. Lakin olağanüstü bir beceri değildir. Doğanın döngüsüdür bu. Bir olağanüstülük varsa doğanın kendisindedir.
Eğer anneliği onurlandırmak gibi bir amaç güdülüyorsa , buna bütün canlıların anası olan doğadan başlaması daha makul görünüyor. Kaynaklarını tüketmeden, kendini iyileştiremeyeceği kadar çok zarar vermeden, toprağını zehirleyip, evlatlarının soyunu tüketmeden yaşamayı becerebilirsek bir gün, bu olursa önceliğimiz, ancak o zaman insan nüfusunun biraz daha artmasından bahsedebiliriz. Anneliğin bu kadar kutsanmaya hiç ihtiyacı yok. Her canlının var oluş kodlarında türünü sürdürmek vardır. İnsan olarak diğerlerinden ayrıldığımız nokta, türümüzü sürdürebilme kapasitemiz değil, bunu tercih edip etmediğimizdir.
Annelik kendi varlığıyla ilgilenmenin ötesine geçerek, bir başkasının varlığıyla ilgilenmektir. Annelik taşımak, bakmak, beslemek, sahip çıkmak, tehlikelerden korumak gibi zor bir meşguliyettir, ama aslında en zoru, kendi ayakları üstünde duran bir varlıkla onun üzerinde egemenlik kurmadan bir ilişki kurabilmektir. Evladının bir başkası olduğunu idrak etmek , başkası olmasına izin verebilmek için insanın kendi kendisiyle, toplumla, okulla ve devletle mücadeleye girmesi gerekir. İnsan ya da hayvan tüm annelerin nihai hedefi hayata getirdikleri çocukların bir gün kendi yoluna gitmesidir. Bir dönem tek bedende yaşamış olmak , sonrasında o çocuktan ayrılmak zor bişey, ancak sağlıklı annelik çocuğun ayrışabilmesine tahammül etmeyi içerir. Bedeninde , ondan güç aldığın, onunla anlam bulduğun bu parçanın kendi yoluna gidebilmesine tahammül göstermek...
Anneliği temel bir içgüdü, bir kurum, bir iktidar aracı, biricik bir varlık, kutsal bir mevki, doğurduğu canlıya yönelen doğal , sonsuz ve karşılıksız sevgi olarak değil de, tercih edilebilen bir deneyim, bir yolculuk, bir ortaklık, bir çoğul olabilme hali olarak tahayyül etmeye başlasak mı ?
**Psikeart Dergisi "annelik" sayısında yayınlanmıştır.