ANASAYFA » SANAT VE » PSIKEART DERGISI 121484 » BIR YAPRAK KIPIRDARSA

BİR YAPRAK KIPIRDARSA




Saçlarının  bir kısmını sarıya boyatmış "Ben sarışınım dimi", deyip duruyordu. " Evet sarışınsın" denmesini bekliyordu. Kulağında tek tarafı çıkmış bir kulaklık , arada dans ediyor, gülüyordu. İsmini de kendi bulmuştu Aslı. O'na verilen Zeynep ismini kabul etmiyor,  hatta sinirleniyordu. " Aslı benim adım Aslı". Otizm ile yıllarca doktor kapılarını aşındıran aile sonunda kızlarının farklı olduğunu  kabul etmiş, zaman zaman ortaya çıkan takıntıları ve sinirliliği ile başetmek üzere  destek için geliyordu doktora. On -onbeş  kelime kullanarak yaşayan kızlarının en sevdiği ve sakinleştiği şey dans etmekti. Annesi kızının dans ederken bambaşka biri olduğunu , kuşlar gibi özgür göründüğünü söylüyordu. Bir kulaklık almışlar , sevdiği müzikleri yüklemişler ve dans etmesine izin vermişlerdi. Büyükler eleştiriyordu ilkin , "koca kız ne dans ediyor" diye ancak  onca ilaca rağmen kızlarının en çok dans ederken sakinleştiğini farketmiş ve kendilerince  çözüm bulmuşlardı. Bunun için de bir uzmandan  onay istiyorlardı. Eh işte ilaç bu daha ne olsun. " Dans etmesine izin verin , adı gibi kendi ilacını bulmuş kızınız " dedim. Büyüklerin kendini hapsettiği "olmazlar" arasında Aslı ismini de ruhunu dışarı çıkaracak yolu da bulmuştu.
Dans etmek, sözden ve yazıdan önce insanın  kendisini anlattığı en eski dildir. Basit  haliyle dans, belirli bir amaçla yapılan ritmik hareketlerdir.  O yabanıl dönemlerde, insanın doğa karşısında kendini anlamlandırmaya, güçlü kılmaya çalıştığı dönemlerde, karnını doyurması, hayatta kalması büyük bir sorundu. Evrenin sonsuz boşluğunda, vahşi ortamda, kendi yapayalnız ve çaresiz  varoluşuyla baş başa kalan insan, coşkuyu, korkuyu, açlığı, kavgayı,  kendini beğendirmeyi, sevinci, zaferi anlatmak istedi . Dans etti.  Kötü ruhları kovmak, yağmur yağdırmak, fırtınaları dindirmek, hastaları iyileştirmek, doğumu kutlamak, ölünün ardından yas tutmak için dans etti. İyi hasat almak istedi, dans etti. Ava gitmeden önce ve avlandıktan sonra dans etti.  Kartal gibi uçmak, kurt gibi dövüşmek, ceylan gibi koşmak istedi. Dans etti. Doğa gibi olmaya, hayvanlara benzemeye, onlar gibi koşup sıçramaya çalıştı. Dans etti. Sonra bu devinimler ritüele dönüştü. Durumlara göre gerçekleştirdiği hareketler çeşitlendi. Bu hareketlerin etkisini arttırmak  için kendi bedeninden  sesler ekledi. Haykırmalar, bağırmalar, çığlıklar, el çırpmalar, vücudun çeşitli yerlerine vurmalar, nefes alıp vermeler…İnsan kendindeki güçsüzlüğü, yalnızlığı , sınırlanmışlığı aşma arzusu ile dans etti.


Dans ediyorsan sınırlarını zorlamışsındır, umutlusundur, düşüncelerini hareketle anlatabilirsin ve en önemlisi dansın hayatını özgürleştirdiğini anlamışsındır .


Dans etmek aslında sadece fiziksel bir aktivite değildir. Dans etmek aynı zamanda ruhsaldır da. Dans etmek için ilk olarak ruhunuzu dans ettirmeniz gerekir. Dans hayatın ta kendisidir. Dans aslında hayatınızın müziğinde yaptığınız hareketlerdir. “Müzik değiştiğinde, dans da değişir.” dermiş Japonlar. Hayatınızın müziği değiştiğinde,  yapacağınız hareketler de değişir. Dans çoğu zaman kuralları yıkar, kalıpları aşar ve  bedeni özgürleştirir. Her dans bir aşkınlık teklifidir, varoluşun derinliklerine inme olasılığıdır. Dayatılana meydan okuyuştur, parçanın bütün içinde hemhal oluşudur.

“Dans edemediğim bir devrim, devrim değildir”
                                                             Emma Goldman
 
Amerika’nın en tehlikeli insanlarından biri olarak eleştirilmeden yıllar önce, genç Emma Goldman siyasi bir aktivist olarak katıldığı bir gece partisinde, çok sevdiği üzere kendini dans pistinde bulur.  Arkadaşlarından biri onu kenara çekerek davranışlarının anlamsız ve onursuz olduğunu söyleyip eleştirir. Goldman arkadaşına sinirlenerek, kendi işine bakması söyler; uğruna savaştığı özgürlük, yaşamanın ve eğlencenin reddi demek değildir. “Ben özgürlük istiyorum" der Emma,  "kendini ifade etme hakkını, herkesin güzel ve parlak şeylere sahip olma hakkını...”
 

Emma Goldman, 1869 yılında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Rus İmparatorluğu’nda doğmuştur. Annesinden uzakta ve onu onbeş yaşında zorla evlendirmeye çalışan bir baba ile büyümüştür. Bu evliliği reddettiğinde, babası elindeki Fransızca dil bilgisi kitabını ateşe atarak şöyle demiş: “Kızlar bu kadar çok şey öğrenmek zorunda değil.Yahudi bir kızın tüm bilmesi gereken şey, balık hazırlamak, erişte kesmek ve kocasına bir sürü çocuk doğurmaktır.”  Onaltı yaşındayken ABD’ye göçerek babasından kaçmış,  orada  bütün hayatını devrim çağrısı yaparak geçirecek olan asi ve siyasi bir devrimci olmuştur.
 

St. Petersburg’dan  Amerika’ya , oradan da Rus Devrimi ve bozgununa ve İspanya İç Savaşı’nın en hararetli günlerine dek uzanacak bir sürgünde yol alan  Goldman, hem sağ hem sol görüşlüler tarafından eleştirilmiştir. Oysa onun  felsefesi kişisel özgürlükler ile ilgiliydi ve hükümet, din, savaş, evlilik gibi baskıcı kurumların reddini içeriyordu. Düşünceleri yüzünden defalarca cezaevine gönderilmişti.  “Kadınların özgürlüğünü talep ediyorum; kendini savunma hakkını, kendini yaşama hakkını, kiminle ya da kaç kişiyle isterse aşk yaşayabilme hakkını. Her iki cins için de özgürlük istiyorum; hareket özgürlüğü, aşk özgürlüğü ve anne olup olmama özgürlüğü.” diyerek insanları şaşırtıyor ve ürkütüyordu bu genç kadın. Özellikle cinsiyet, seks ve cinsellik hakkındaki fikirlerinin birçoğu bugün bile tartışılıyorken...
 

Goldman, elbette ki  insan bedeninin özgürce hareket etmesine izin vermeyen bir devrimi, kendi devrimi olarak görmemiş ve o devrimin bir parçası olmayı reddetmiştir.
 

John Lennon için devrim yataktan başlar. Lennon 1969 yılında, eşi Yoko Ono ile beraber, iki hafta boyunca, tüm basının önünde yataktan çıkmayarak, barış çağrısı yapmıştır.  Bir nevi durma eylemi olan oturma eylemlerinden esinlenilmiş  Bed-in olarak bilinen bu eylem, pasifistliğinin yanı sıra, mahrem bir yerden başlar ve özel hayata dokunur. Tıpkı Emma Goldman’ın dansı gibi, kişinin kendi yaşamından yola çıkar.
 
 
Hem Goldman, hem Lennon,  devrime, değişime , dönüşüme  en küçük parçadan, yani kendilerinden başlar.  Çünkü hepimizin zihninde hayalini kurduğumuz bir dünya var ve o dünyaya ulaşmanın yolu, işe kendimizden başlamakla mümkün. Yani başka bir dünya, ancak başka bir ben ile mümkün. Yani kendini değiştirmek, dünyayı değiştirmektir
 

Emma Goldman, danssız bir devrimin, devrim olmayacağını ifade eder, çünkü böyle bir devrimin, onun bedeninin özgürlüğüne izin vermeyeceğini bilir. John Lennon devrimi yataktan başlatır, çünkü devrimin ilk adımının özel alan olduğunu bilir. Özgürleşen ve değişen küçük parçalar, kendi devrimini gerçekleştiren özel alanlar, bambaşka bir bütün yaratabilir
 

Devrim dediğimiz şey, özgürlük mücadelesini içerisinde barındırır. Bedenin özgür hareketlerine izin veren bir dans en basit anlamıyla devrimin kendisidir. Böyle bir dans, hem zihni, hem de bedeni özgürleştirir ve kişinin katı kalıplardan, dayatmalardan uzaklaşarak, vücudunu istediği gibi hareket ettirmesi ve zihninden akanları doğaçlama olarak aktarması için ona izin verir. Özgürleşmek denen şey, bulaşıcıdır. Yaşamın tek bir alanında özgürleşmek, her alanda özgürleşme olasılığını da  beraberinde getirir
 

Türkünün ve dansın yasaklanmasının ve insanların bu yasaklara rağmen dansına ve müziğine sarılmasının, faşizmin  boyunduruğu altında, hayatlarını riske atma pahasına bu müziği dinleyip dans etmesinin nedeni bu özgürlük duygusudur. İşte bu nedenle, bu dansa ve müziğe kendimizi bırakmak, pekala devrimci bir hareket sayılabilir.
 

Beden çok dilli bir varlıktır. Rengi ve ısısıyla, sevginin parıltısıyla, acının külüyle, uyarılmanın ateşiyle konuşur. Kimi zaman iki yana salınarak, kimi zaman titreyerek, kimi zaman küçük adımlar atarak, kimi zaman koşarak , kimi zaman durarak ...


Gezi’de özgürleşen beden, eylemlerin hem aracı hem de mesajı haline geldi. Semazenlerden ilham alan gaz maskeli bir dansçı sema dönerken diğerleri halay çekmek ve horon tepmek için çember kurdular. Bazıları herkese açık yoga seansları düzenlerken başka bir grup da tango yapıyordu. Break dansçı bir genç bir tomanın önünde ay yürüyüşü yaparken futbol taraftarları zıplayarak “biber gazı oley!” şarkısını söylüyordu. İcracıyla seyirci arasındaki fark bulanıklaştı, ayrımlar hükümsüzleşti. Yaşama can veren sanat, yaşamın kendisi oldu. Kadim zamanlardaki gibi yaşamsal bir ritüel oldu dans.  Gezi eylemleri bir değişme, dönüşme ve yenilenme ritüeliydi. Güncel  hakikatten ve düzenden, hiyerarşik zümre ve ayrıcalıklardan özgürleşme ritüeliydi.


Bir dansçı  polisin attığı bir gaz bombası kapsülüyle başından yaralandı, ameliyatlar , yoğun bakımlar sürecinden sonra  konuşma yetisini kaybetti ve kısmi felç oldu. Bir dansçının hareketsizleşerek yere düştüğü an insanlar baskıya karşı ayaklanmıştı. Gezi kampı hunharca  dağıtıldıktan sonra ayağa kalkan kişilerden birinin, başka bir dansçı olması belki de çok şaşırtıcı değil. Duran eylem,  kaybedilen çoşku ve umudu canlandırdı,  durma eylemiyle hareketi harladı. Durmanın sadece durma olmadığı, diğer tüm olasılıklar  şiddetle bastırıldığı zaman yapılabilecek büyük bir eylem olduğu görüldü. Elbette değişimi , dönüşümü , özgürlüğü müjdeleyen her hareket gibi yasaklandı, cezalandırıldı. Kırılganlıkla dirençlilik arasında salınan, bir düşüş ve ayağa kalkış olarak dans imgesinde özetlenebilir bir direnişti bu. Bedeniyle tehdit edilen insanların , açlıkla tehdit edilen insanların iktidarın gücünü elinden aldığı açlık grevleri gibi.
 

Dünyayı, rengarenk giyinerek, gülerek ve kendimizi özgürleştirerek değiştirebiliriz. İşe, nasıl bir dünya istiyorsak, onun yansıması olarak, kendi özel alanımızla başlayabiliriz. Çünkü tek bir şey değişirse, her şey değişir; çünkü tek bir yaprak kıpırdarsa, bütün evren değişir.



Psikeart / Beden ve Ruh