ANASAYFA » SANAT VE » PSIKEART DERGISI 121484 » BIR TUTAM KENDIM ICIN

BİR TUTAM KENDİM İÇİN


 
“Şeytanlarımı kovarsam, korkarım meleklerim de uçup giderler.” 
                              
Rainer Maria Rilke 
 
İnsan, varoluşunun gereği fark edilmek, görülmek ister, başkasında görülerek, onda kendini görerek var olduğunu teyit eder. Fark edilmemek yoklukla eşdeğerdir ve bu yüzden çok acıdır. Hele de görülmek istedikleri tarafından görülmeyince...Sonra şair olur der ki :  “yokluğun cehennemin öbür adıdır , üşüyorum kapama gözlerini “
 

Bazen görülmek için görmemeyi seçmemiz gerekir , yani bunu seçmemiz gerektiği söylenir. Bazen kendimizdekini görmemiz, gördüğümüzü göstermemiz cezalandırılır…Hem samimiyet aranır hem varolan samimiyet bela olacağından mümkünse  uzak durmak salık verilir. Beklemek diyelim hadi, doğru zaman diyelim… her doğru her yerde söylenmez diyelim… samimiyet ağızdan ağza dolaşır lakin günümüz ilişkilerinde zora soktuğundan politik davranılması tercih edilir. Dahası meziyet olarak sunulur.  
 

Görülmemesi gerekeni su yüzüne çıkaran yaratıcı kişi suçludur. Sanatsal yaratıcılıkta diyelim, yazıyla, şeytan işi denilen sinemayla mesela tanrısal olanı değil tanrıyı yaratabiliriz.Bir başka dünya, bir başka olma biçimine inanmak sanatın mucizesidir. Bu mucizeyi ancak şeyler üzerindeki örtüyü kaldırıp gerçeğe cesaretle bakabilenler yaşayabilir. Sanatçı kendinden bir parça olan eserinin seyredilmesini ister, görünür kıldığı üzerinden görülmek ister. Kendiliğimiz de aynalardan oluşan bir tasarım, bir kurgu, bir imaj olduğuna göre, gerçekliği tam olarak yakalayamadığımıza göre, en samimi kurgu gerçeğe en yakın olan ….
 

Ne kadar yaklaşsak da gerçeğe varmak kabil değil, insanın varolan bu gerçeklik içinde bütünleşmesi de mümkün değil. Sanat, gerçeklikte bütünleşmesi mümkün olmayan insanın, fantezi ile gerçeğin karıştığı o gerçekdışı  düzlemde bütünleşme çabasıdır. Ölümlü olduğunu bilen insan “burada ben de vardım” deme gereksinimi duyar. Maddi varlıktan daha fazlası olduğunu, değerli olduğunu hissetmek ister. Ne kadar çok kişi değerini onaylarsa kişi kendini o denli değerli ve güvenli hisseder. Yine ayna , yine tasarım , kurgu… Yalnız olduğunu, bir başına olduğunu idrak eden, kendilik tasarımını içtenlikle yapan, yani içinin mahzenlerinde gözünü kapamadan dolaşıp dışarı çakabilen kişi yaşama yüreğinin sıcaklığıyla akabilir. İşte o zaman, toplumun kabullerine ne kadar uzak olsa da  aradaki mesafeleri yumuşatabilir.  Farklılığına rağmen ısrarla sürdürdüğü samimi yaklaşım kabul görebilir.


Gözlemek ve gözetlenmek varoluşumuzun, var olduğumuzun bilinmesini istememizin yan etkisi… Hele de magazinin bu denli popüler olduğu, durmaksızın şöhret pompalayan çağımızda. Magazin, şöhretlerin dünyasını gözün optik açlığına hapseder. Göz açlığını giderdikçe, Dede Korkut’un Tepegöz’ü gibi daha çok insan eti ister. Şöhretin kendini kurtarması için yeniden yaratıcı sanata dönmesi gerekecek. Çünkü eserle, estetikle ilişkili tanrısal bir parça olan sanatın sürdürülebilir olması için üretmek gerekir. Ürettikleri aracılığıyla görünür olan sanatçı, görünürlüğü niceliksel olarak çoğaldığında, şöhret de olabilir. Şöhret bu üretimle kendiliğinden gelir belki  ancak sürdürülmesi için kurgulanması gerekir. Eseri yerine kendi zaaflarına döner, zayıf tanrısallığıyla uğraşmaya başlarsa, bedenini şöhrete teslim ederse görünür olma hali gözetlenir olmaya başlar. Yeni aynalar , yeni ve başka kurgular , yeni imajlar…ki artık imaj her şey…kendinden uzaklaşmalar… yitirilen samimiyet… Kurgulandıkça özgürlük tutsaklığa dönüşür. Oysa sanatçının olmazsa olmazıdır özgürlüğü… Özgürlüğüyle görünür olma isteği ve hali, aynı görünür olmanın taciz boyutu olan gözlenmeye-gözetlenmeye dönüştüğünde varlığı tehlikeye girer.




Cilalı imaj çağımızda ise bişey üretmeye gerek yok şöhret için. Herkes 15 dakika ünlü olacak diyen Andy Warhol’e selamla içtenliksiz, kötü ambalajlanmış, sahte görüntülerle gözümüze gözümüze sokulan şöhretler var. 15 dakikada  ünlü olduğu gibi 15 dakikada unutulan… İçtenlikten uzak bilakis gayet dıştanlıklı…
İnsanlardaki şöhret arama davranışı, ünün vaat ettiği, toplum tarafından görülür olma, kabul edilme ve güvene sahip olma arzusundan gelir. Sosyal üstünlük elde etmek, biricik olmak isteği, ölümsüzlük isteği, güya şöhreti arzu etmeyenler arasında bile yaygındır… Orville Gilbert  Brim “Şöhret motivasyonu asla ölmüyor. Bu hayatta başaramadığımızı fark edince başka bir yöntem buluyoruz: Ölümden sonra gelen şöhret…” diyor ve devam ediyor ”Bu tür şöhret ortaçağ toplumlarındaki ölümden sonraki yaşam inancı kadar güçlü. Çok arzu duyan ancak ünlü olmayı başaramayanlar için  başka bir kabul görülme yolu bulduklarına karar verdim. Şanslılarsa büyük bir aşk veya derin bir tanrı inancı…”   Öyle ya tanrının görmediği bir yer olabilir mi, her yerde gören gözetleyen... Israrla banyo yapmayan bir hastamla görüştüğümde, Allah’ın her yerde olduğunu banyo yaparken onu çıplak görmesinden dolayı çok utandığını o nedenle banyo yapamadığını söylemişti.  Tanrı'ya inancı ne samimiydi ; çıplaklık ayıptı onun için ve Tanrı heryerdeyse onu çıplak görecekti, ayıp olacaktı.  Tanrı'nın heryerde olduğuna inanan  ama buna rağmen biçimsel ritüellerle onu kandırdığını sanan samimiyetsizlerin zavallığı yanında çıplaklığıyla  Tanrı'dan utanan kişinin sahiciliği insana ne sıcak geliyor.


Görülmek-seyredilmek isterken magazin nedeniyle gözetlenen durumuna düşen sırf seyredilmek isteyenler değil… Seyredilmek istemeyenler de medya, televizyon yanında bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler nedeniyle gözetlenir duruma geldi. Gözetleme, yaşadığımız dönemin acımasız gerçekliği oldu. Samimi alanları daraldı insanların. Toplumdu, allahdı, babaydı derken kendine mesafeli duran insan iyice kendinden uzaklaşıp programlanmış makine olmaya doğru gidiyor. Jeremey Bentham’ın, zihin için zihin üzerinde iktidar uygulama biçimi Panopticon modelinde suçlular ve akıl hastaları gözetim altındayken, günümüzün internet ve diğer tekno-iktidar aygıtları aracılığıyla tüm toplum gözetim altında. Panopticon’un etkisi tutuklunun, iktidarın kendisini sürekli görülebilirlik durumunda tutuğunun bilincinde olmasındadır. Tutuklu gözlendiği merkez kulenin siluetini görür ancak o anda kendisine bakılıp bakılmadığını bilmez, fakat bunun her an olabileceğinden de kuşku duymaz. Gözetleyen, denetlenen kişiler hakkında her şeyi bilirken, denetlenenler gözlendiklerini bilmenin dışında hiçbir şey bilmezler. Gözetimin sürekli olması gözetlenenleri özgür olmayacaklarına ikna eder. Kendi eylemlerini seçip yönetemeyeceklerine, yaşamlarını kuramayacaklarına.. .kendini aldatmaya…samimiyetin yıkılışına …. Kişinin seçme özgürlüğü olmadığını kabul etmesi, seçme hakkı olmadığını düşünmesi, karar vermenin sorumluluk almanın vereceği iç sıkıntısından da kurtaracağı için kendini kandırmak işe yarar belki de…
Camus, Düşüş ‘te bu ikiyüzlülüğü, kendini aldatmayı gözümüze  gözümüze sokmuyor muydu ? “ Kendime dair uzun araştırmalardan sonra, insanoğlundaki temel ikiyüzlülüğü ortaya çıkardım. Tevazu öne çıkmama, alçakgönüllülük fethetmeme, erdem ezmeme- bastırmama yardım ediyor.”
Kendini aldatan kişi için ortam günlük güneşlik, o köprüyü, o zor köprüyü geçince artık aldatma can yakmaz, aklileştirilir. Hatta gerekli olduğu üzerine söylevler çekilir….
   

Orwell'in "1984" romanında  kahramanımız  Smith, insanlara soluk aldırmayan sınırsız iktidarından ötürü nefret ettiği Büyük Birader’i hiç görmemiştir, onu sadece büyük dev posterlerinden tanıyordur. Hem görülmeyi hem de işitilmeyi sağlayan her yandaki kameralardan bıkkınlık geçiren Smith, iktidar baskısından bir anlık da olsa kurtulmak kendi olabilmek için gözetlenmeyeceği bir yer arar. Günlük tutup kendi kendine kalmak ister, içtenliğini dökeceği günlük yasaktır dahası suçtur bu davranış. Kendisi olmaya izin yoktur. Heryerde izlenmekte ve sınırlı bi davranış sunulmaktadır kendilerine. Smith, gezinirken bir gün tesadüfen bir eskici dükkanına rastlar, önce tereddüt eder ancak sonra buranın gözetlenmediğine ikna olur. Kendini burada çok rahat ve huzurlu hisseder. Gözetlenmediğini düşündüğü, sık sık gittiği bu mekanda Julia ile tanışır, birbirlerini severler. Bu tür duygusal ilişkiler yasak olduğundan, dikkat ederek eskici dükkanının üst katında zaman zaman buluşurlar. Çok geçmeden buranın da Büyük Birader tarafından gözetlendiği anlaşılır. Her ikisi de gözlendiklerinin farkında olmadan günlerce orada kalmış, konuşulmaması gereken bir sürü konuda fikir yürütmüş, sevgili olmuşlardır. Farklı yerlerde cezalandırılmak üzere tutuklanırlar. Cezalandırma sürecinde Smith, iktidarın ilkelerini kabul eden sıradan bir yurttaşa dönüşür, küçücük bir özgürlük ve aşk kırıntısı kalmaması için beyni yıkanır. Hatta bu beyin yıkama işlemiyle Büyük Birader’i sevmesi bile sağlanır. Görmemesi gerekeni gördüğü ve bakması gerektiği gibi bakmadığı, kendi otantikliğini yaşadığı için cezalandırılmıştır.
 

1984  modern devletin eleştirilerinden biri olduğu gibi,insanın içtenliğe, samimiyete gereksiniminin büyüklüğü ve nelere değer olduğunun,  bunun iyice zorlaştığının, teknoloji ve bilimin gelişmesinin insan özgürleşmesinin, sahiciliğinin  önünde ne derece büyük risk ve tehlikeler barındıracağının da çok erken dönemlerde yapılmış bir kehanetidir.

  
** Psikeart Dergisi “samimiyet” sayısında yayınlanmıştır.