YALANIM VARSA

 
 
Üstat Neset Ertaş faniliğine vurgu yaparak murat alamadığı, boşuna kandığı dünyaya yalan diyor, ne güzel de bir türkü söylüyordu. Özellikle bir ölümün ardından deriz; ah be yalan dünya!… Ölmeyeceğimizi düşünerek yaşamak en büyük yalan…Yaşam ile ölüm karşı karşıya konamaz,  birbirinden kesin bir şekilde ayrılamaz.  Canlı bir vücutta bazı hücreler ölürken, onların yerini yeni hücreler alır. Bir varlığı canlı kılan, içinde taşıdığı canlılık  cansızlık çelişkisidir. Her sey yalnızca kendi kendisi değildir, kendisinin aynı değildir; aynı zamanda kendi zıddı olandır, içinde birbirine karşıt olan güçler yani çelişkiler taşır ve böylelikle değişir. Her bilgi, her bilim, kendi içinde bir bilgisizlik  taşır. Şimdi doğru görünenin sonradan yanlış bir yanı, bugün yanlış bildiğimizin zamanı gelince doğru görünecek bir yanı vardır . Olgular kendi inkarlarını içlerinde taşıdıkları için dönüşürler. Bir şeye yok demek için varlığını kabul etmek gerekir.  “Ayran içinde yağ nasıl gizliyse, doğruluk cevherinde de yalan gizlidir. “ diyen Mevlana doruluğun yalanı barındırdığını özetlemiş oluyor. Yalan söylemeyen gerçeğin ne olduğunu da bilemez. Yalan olmadan doğru anlam ifade etmez.

 
Bazen zararını gördüğümüz, bazen de kısa süreli faydası dokunan ama neredeyse hepimizin hayatında olan bir gerçek yalan. Ancak ne olursa olsun yalan kötü denir. Klişedir bu tabi. Var mıdır bu kötülüğü yapmayan? Daha nasılsın sorusuyla yalana başlarız.  Cevap:  iyiyim . Yalanın mazisi kutsal kitaplarda anlatılan Adem ile Havva’ nın cennetten kovulmasına kadar eskiye dayanmaktadır. Adem yalan nedeniyle cennetten kovulmamış mıdır?  O günden beri insanların durmadan yalan söylediği varsayılır. Yeryüzünde ilk yalan söyleyenin de şeytan olduğu söylenir.  Allah, Adem’i yarattıktan sonra meleklere O’na  secde etmelerini emretmiş, melekler Allah’ın bu emrine itaat ederek secde etmişler, şeytan ise, Allah’tan başkasına secde etmeyeceğini söyleyerek Adem’e secde etmeyi reddetmiştir.  Sadece Allah’a secde edeceğini söylemiş , insanın  yetersiz olduğunu, Allah’tan  başkasına da ya da başka şeylere de inanacağını söylemiş ve bunu ispat edeceğini bildirmiştir. Allah’a inancı için Allah’a karşı gelen şeytan doğru söylemiştir. Yalan ile de daha ilk günden Adem’in kandırılabilir olduğunu göstermiştir. Hem doğru söylemiş hem ispat etmiş olmasına karşın  şeytan Allah’ın katından uzaklaştırılarak cezalandırılmıştır. Hani doğru erdem, yalan kötüydü?  

Kutsal kitaplar ve eski metinlerde bu ve benzer kavramlar için getirilen açıklamalar subjektif , didaktik ve inanç sarmalıyla sarılmış olsa da olaylar ve yorumlanışı insanlık tarihi, kültürü için bize bir anlam ifade eder.  Beri yandan anlatılan bu söylencenin doğru  olup olmadığını da ispatlayamayız. Ortak kabul olduğu için yalanlamak da zor, ama üzerine yorum yapmak mümkün. Dünyayı anlamak için, sabit nedenlere ya da durumlara dayalı hesap yapmamız gerekir. Bir çıkış noktasına  ihtiyaç duyarız. Gerçeklikte sabit hiçbir neden bulamadığımızdan ötürü, kendimiz için bazı sabit nedenler icat ederiz. Belki de bildiğimizi düşündüğümüz herşey yalan yanlıştır, fakat  yine de bir şeyin, ancak onun ne olduğunu söyleyebilmemiz durumunda doğru  olacağını varsayarız. Neden ve sonuç da, şu halde bir kurgu olduğu farkedilmeyip, doğru olduğu kabul edilen başka kurgudur. Gereği gibi ifade edildiğinde, onun açıklama bakımından değil de, iletişim ve anlama amaçları açısından bir kullanım değeri vardır. 


Birileri bize sürekli “doğru söylemelisin”, ya da “yalan söylemek çok kötüdür”, der. Yalan söylediğimizde cezalandırılırız. Oysa, yalancıktan olduğunu bile bile bir filmi seyrederken ağlayabiliriz. Bazen de, çok sevdiğimiz birini üzmemek için yalan söyleyebiliriz. Gerçek ve yalan arasında, iyi ile kötü arasında yapılacak bir seçme ahlakın temel seçeneği olarak sunulur. Güç ve güçsüzlük erdem ve kötülük arasındaki seçimlerdir. Ancak insana dair her türlü ahlaki seçeneklerin çoğu kendi içinde çelişki taşımaktadır. Yalan söylemeyip gerçeği açıklamakla, en iyi arkadaşımızı üzmemek arasında kalırsak, ne olacak? .En büyük erdem olarak görülen doğru işimize yarar mı , yoksa yalan daha mı çok iş görür? Ya da yalanın bir yararı var mıdır? Bu soruya hayır diye cevap vermek çok kolaydır. Hayır dersin erdemli olursun, ahlaklı olursun, dinler felsefeler üretirsin .Ama gerçekten bu sorunun cevabı kolayca normatif bir şekilde verilebilir mi? 


Yalanı mümkün kılan temel şey, aslında insanların hayatı dürüstlük temelinde yaşamayı seçmiş olmasından çıkar.Eğer böyle olmasaydı, iletişim mümkün olmazdı, iletişim mümkün olmadığında, yaşamı sürdürmek mümkün olmazdı. Kimse kimsenin dediğine önem vermeyeceği için kimse kimseye bir şey demezdi. Yine de evrensel bir ahlak ilkesi getirmek , göreliliği ,durumun değişebilirliğini görmezden gelmek olur. Yalan söylememeye körü körüne bağlılık hayatı kişi için zorlaştırır. Ama diğer taraftan, yalan söylemeye körü
körüne bağlılık da hayatı kişi için zorlaştırır. Ancak, hayatı sistemleştirilmiş, hantallaştırılmış, mekanikleştirilmiş bir şekilde yaşamak ve aslında, yalan söyleyerek, bu sistemin batıklığını açmak mümkündür. Çünkü bireyin yalan söylemesine neden olan, salt onun karakterinden çıkmaz, sistemin batıklığından, çöküklüğünden çıkar. O nedenle tekilin kişisel çıkarını, başkalarının hak kaybına yol açmadan sağlamak üzere yalan söylemesi mutlak şekilde reddedilemez.  Öyle durumlar olabilir ki, yalan söylemek, bu sıkışmışlığı açmanın tek koşuludur. Bu şekilde, hem yalan söyleyenin, hem genelin yararı sağlanabilir. Bu tarz yalanlarda yine, kişisel düzeyde de, başkasının hakkını çalmadan, başkasıyla dalga geçmeden, başkasına yarar sağlamak niyeti olmadan, çıkarlar sağlanabilir. Gerçek donuk soğuk yalan ise sıcak canlıdır. Rousseau’nun demesiyle “ Ey yüce gönüllü yalan ! gerçek hiç sana tercih edilecek kadar güzel olmuş mudur ? “


İnsan bazen soyut imge dünyasındaki bir şeyi kendisini var edebilmek adına gerçek imge dünyasındaki bir şey yerine yerleştirebilir yani bu ikisini değiştirebilir. Bunu mitolojiyle yapar, sanatla yapar, fantezilerle yapar. Böyle bir çıkarı, kimse de eleştirmez, çünkü kimseye zarar vermiyorsa, hayatın hantallığına karşı, kişi yalan söyleyerek kişisel yararını yaratıyorsa, neden bu kötülensin?
 

Günahların en büyüğü yalan söylemektir diyen hadis yanı sıra  hayır için söylenen yalanın  fitne çıkaran doğrudan iyi olduğu da söylenmiştir. Çünkü maksat yalan söylemek değil, bir kötülüğü önlemek veya bir iyilik yapmaktır Dinler felsefeler, siyaset ve hukuk doğruluktan dürüstlükten dem vurur durur. Buna karşın yalana izin de vardır. Niyet önemlidir yalanda. Gündelik hayaata da niyete göre yalana izin vardır Acının herhangi bir şeklinden ciddi olarak etkilenmiş olanların morallerini yatıştırmak için doğru olanı birazcık değiştirmeye zorlayan merhametli yalan gibi.  Yalanın niyeti önemlidir, “yalan ne maksatla söylenmişti “… Gerçi insan davranışlarına bir temellemme bulur yine, ancak niyetten bağımsız bakıldığında bir eksik kalır.


Çocuklara doğruluğun ne önemli olduğu öğretilmeye çalışılır. Oysa yalan söylemek bir çocukta gelişmenin  göstergesidir. 3 yaşında  bir çocuğun yapabildiği hemen herşeyi öğretilirse bir maymun yapabilir. Çekmecenin üçüncü gözünden muzu alır mesela,  çocuk da  alır. “Muz burada değil” i  ise maymun bilmez . İşte onu , değillemeyi çocuk yapar . İnsan yavrusu orda muz olduğu halde ” yok, muz burada değil” demeye başladığında bir gelişim gösterir. Yalan komplike bişey , zeka gerekir, tasarım gerekir, hayal gücü gerekir, hem kendi niyetini hem karşısındakinin niyetini hem de nasıl inandıracağını kavrayacak bir zihin kuramı gerekir. Yalan söyleme sırasında doğruya nazaran daha fazla beyin bölgesi devreye girer.  Anababadan, özellikle de anneden ayrılma yalnızca fiziksel değil aynı zamanda ruhsal yönden de olmaktadır. Çocuğun kendi benlik sınırları nerede bitip anneninki nerede başlamaktadır, kendisi bir birey midir, yoksa annenin bir parçası mıdır?


Bebek eylemleri aracılığı ile annesinden farklı bir iç yaşantısı olduğunu fark etmeye başlar.Kendi – öteki ayırımını gerçekleştirir.Ayna nöron sistemi soyutlama yetisini, zihinsel temsilcilerin oluşumunu sağlar . Bellekte kendiliğin temsil edilmesi, başkalarını taklit etmek için temel oluşturur . İç dünyayı dış dünyadan ayırmak için sorgulama konusunda kişinin kendisini geliştirmesi esastır. Yalan, çocuğun kendi benlik sınırlarını çiz­mesinde, özerkliğini tanımlaması ve kabul ettirme­ sinde yer alan önemli bir düzenektir. Kendi kişiliğinin biçimlenmesinde öteki oldukça belirleyicidir. Ötekinin bakışı, sözü, görüntüsüyle özdeşleşerek kendi bedensel bütünlüğünü kurmaya olanak sağlar. Görüntü, insanın kendini ona bir başkası tarafından yansıtılan imge sayesinde kurgulayabilmesi süreciyle örtüşür. Olmak gerçeklik düzlemine ilişkin iken  görünmek kurgusal (hadi bazen düşsel diyelim) düzlemle örtüşür. Peki ilk aynalanmayı yaşadığımız annemizde gördüğümüz gerçek ben mi, o da bir tasarım değil mi? Yalanda bu iki düzlem karşı karşıya gelir . Kendimi algılayışımda bir parça yalan olabilir demek ki… Çocuk yalan söylediğinde annesi ona doğru söylüyor gibi davra­nıyorsa, çocuk annenin kendisini ve düşüncelerini denetleyemediğini düşünür. Böylelikle yalana nor­mal kimlik duygusunun kazanılmasında ayrılma ve bireyselleşme girişimi olarak bakılabilir. Yalan aynı zamanda kandırma kavramının farkındalığını da gerektirir. Aksi taktirde bir insan başka bir insanı gerçek dışı bir şeye nasıl inandırabilir.

 
Çocukluğun ilk yıllarında doğrunun tüm çıplaklığıyla söylenmesi hoş görülse de ergenlik çağına gelen çocuklara bunun tam tersi öğretilir. Ergenlik çağındaki bireylere insanları üzecek gerçekleri söylememeleri öğretilir. Çok gizli sırları olan aileler dışarıya sır vermemek için aşırı gayret sarf ederler İnsanlar davranışlarını ve yaptıklarının sorumluluğunu mantığa bürünme yoluyla açıklarlar. Bu yüzden gerçek dürtülerini, güdülerini ve ihtiyaçlarını hem kendilerinden hem de diğer insanlardan gizlerler. Aynı zamanda kişinin başarısızlık ve zayıflıklarını ört bas etme gayretine de yalanlar aracılık ederler. Yalan var olan sorunu gizler. Kişi yalan söyleyerek acıdan ve kederden uzak durmaya çalışır. İnsanları gerçek olmayan şeylerin gerçek olduğuna inandırmak olanaklıysa, rahatsız eden gerçekler de  yalanlanabilir. Kendileri söyleyince yalanı yalan kabul etmeyen kişi karşıdaki söyleyine kızabiliyor. İnsan işte çelişkiler yumağı….

 
Bir insana yalan söylüyor diyorsanız o insan yalan söylemeyi denemiş fakat söyleyememiştir, yalan kendi içinde bi paradoks taşır.. Şimdi bu durumda doğruyu saklamaya çalışan ve beceremeyen kişi midir yalancı? Karşındaki insanın yalan söylemek istediğini bilmiyorsak söylediğini –yanlış olsa bile bilmediğimizden- doğru kabul ederiz ve baktığınız zaman o insan doğru söyleyen bir insandır deriz. Yoksa  Oh ne güzel yalan söyleyip de inanları  bulunan kişi midir yalancı? Bu paradoksu ortadan kaldırırsak yalan söylemeden amacımıza ulaşabilir miyiz? Yani herkes yalan olduğunu bilse yalan yine yalan mı olur? Bir davete gitmek istemeyince “ istemiyorum “ demek yerine “yorgunum “ “işim var”  denildiği çok olmuştur. Her iki tarafta bu söylenenlerin doğru olmadığını bilir ama bu durumun daha uygun olacağını düşündüğü için yalana kayıtsız kalır, konuyu mazeret yönünde geliştirebilir ve şehir hayatında herkesin programının kaçınılmaz olarak çok yüklü olduğunu söyler.Kişinin yalan söylediğini biliyor ona inanmıyor, inanmış gibi görünüyor, inammış gibi görünmeyi oynayarak bir de olur böyle şeyler gibisinden bir sözle başka bir yalan söylüyor. Bu şekildeki ortak-yalanlar insanların gündelik hayatlarında bol miktarda bulunur.  Günlük hayatta sosyal ilişkiler içinde çoğunlukla bize verilen beyanlar üzerinde çok fazla düşünmeden doğru kabul etmek büyük bir sorun oluşturmayabilir. Yalan, ona inanlar yoksa hala yalan mıdır?


Sevgilisine “seni aldattım şununla” dediğinde kişi yalan mı söylemişti;Ayrıca doğru söylediğine göre bir aldatma var mıdır?. Bunun üzerine ayrılık ceza…Eee hani doğru iyiydi. Aldattığı halde söyleyen veya ortaya çıkınca inkar eden kişi midir aldatan , ki o kişiye inanılır genellikle ... Ee hani yalan kötüydü …
 

Başarı formülünün en önemli tek bileşeni insanlarla iyi geçinebilmeyi bilmektir.” diyor Roosevelt. Bazan yalan gerekir bu iyi geçinme için de . Sevmediği yemeğe bu ne biçim yemek ya da hiç sevmedim demek ayıp görgüsüzlük oluyor. Ama doğru. Demek ki burada doğru söylememek gerkiyormuş. Hııımm sosyal hayatta bazen yalan söylenir. Kabul. Arkadaşımızı incitmekten korktuğumuz için "Bugün seninle olmayı canım istemiyor" demek yerine, "İşim var" demeyi tercih edebiliriz.  Bi de her doğru her yerde söylenmez denir. O zaman bazı doğrular susulur.. Gerçeği ve önemli bir şeyi söylememiz gerektiği zaman susmak, sessiz kalmak da yalan değil miydi? Bu sessizliği, ihtiyatlı bir davranış olarak kabul eden insanlar vardır. Hatta “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı de “ diyen atasözümüz vardır.  İnsanın zihninden geçen düşünceler, duygular ve dürtülerin çiğ haliyle sosyal yaşamda yer bulması çok zor İstesek de istemesek de bir dolu şeyi bastırmak zorunda kalırız. Diğer taraftan toplum tarafından beğenilme, takdir edilme ihtiyacımız vardır ve bu ihtiyacın da karşılanması gerekir. Ancak toplum tarafından beğenilmek o kadar da kolay sağlanabilecek bir durum değildir. Hal böyle olunca “olmak “ ile “görünmek” düzlemleri arasında gidip geliriz.
 
 
Doğru kandırmayı ne yapacağız?  En bi güzel yalancılar bu doğru kandıranlar… yalanları anlaşılmaz karizmatik liderler, şarlatanlar … insanları en iyi etkileyen ve bunu yaparken de onların duymaktan hoşlanacakları şeyleri, onlara en güzel şekilde ifade edebilenler …Yalanı yalan yapan şey söyleyenin inanmamasıdır.  Söyledikleri sokaktaki adamın bi­linçli ya da bilinçdışı  özlemlerini harekete geçirdiği için toplum da özlemlerine uygun bu düşleme kapılabilmektedir. Yalan söyle­diğinde, yaşamının kendi denetiminde olduğu duy­gusuna kapılır kişi. Yalan söylemek, çok baştan çıkarıcıdır . Yalandan kaynaklanan güç yalnızca ona inanan bulunduğu sürece etkili olur. Eğer hepimiz aynı şeyler için yalan söylüyorsak sonunda bu yalan gerçeğe dönüşür. Grupça düşünme altında aslında kendini kandırma yatar . Kişi ihtiyaçlarını karşılamak için  kendi yargılarını bırakıp grubu teslim olur. Ortak yalanlar gerçek olur,  “bir dakika  gerçek nerde “ diyen bertaraf olur.
 
 
İnsan evrende, sadece olumsuzlukları ortaya çıkaran bir aracı değil, olumsuz davranışlarda bulunabilen de bir varlıktır. Ben kendimi ancak başkasının aracılığı ile tanıyabilirim. Yalan, benim varlığımı, başkasının varlığını, başkası için benim varlığımı ve benim için başkasının varlığını içerir. Böylece yalancının  yalan taslağını yapması, değiştirdiği gerçek ve yalan hakkında  bilgili olması ve bu yalan –gerçeği sunabilecek donanıma sahip olması gerekir. Bir başkasının da yalana gerçek diye inanması yeterlidir. Yani aldatan ve aldanan ikiliği gerekir.  O halde, yalan şartlarını  düzenleyen ikilik ortadan kalkarsa, yalan varlığını  sürdürebilir mi?
 

 
**Psikeart Dergisi “yalan” sayısında yayınlanmıştır.